BALİ

BALİ BALİ

Uzun bir yolculuk bekliyordu bizi… Aktarmayla birlikte neredeyse bir gün sürecek kadar uzun… Endonezya’nın bir adası olan Bali’ye gitmek istiyorsanız, uzun bir yolculuğu ve aktarmayı göze almanız gerekiyordu. Singapur Havayolları ile Singapur aktarmalı, THY ile Jakarta aktarmalı, Qatar Havayolları ile Doha aktarmalı, Malezya Havayolları ile Kualala Lumpur aktarmalı, Emirates Havayolları ile Dubai aktarmalı olarak Bali’ye gidilebiliyordu.

Biz Doha aktarmalı Qatar Havayolları’nı seçtik. Bir ay boyunca hazırlıklardı, kınaydı, nikahtı, düğündü koşturan bedenimizi biraz daha hırpalamak adına düğünün hemen ertesi günü Bali yollarına düşmüştük.
Doha’da beş saat aktarma için bekleyecektik. Havaalanında dinlenme odası yaptıklarını tam 5 saatimiz dolunca görmüştük. Yolcuların uzanması için tasarlanmış yatar koltuklarla dolu bir odayı ancak dönüşte ziyaret edebilecektik.
10 saate yakın Doha’dan Bali’ye uçuşumuz sonrasında Düzgünce taranmış saçlarımız dağılmış, uçakta dağıtılan battaniye üstümüzdekilerle iç içe geçmiş, sersemlemiş gibi hissediyorduk. Uçağın penceresinden baktığımda ise hayatımda görmediğim kadar yeşilin tonunun iç içe geçtiğini gördüm. Daha önce Balkanlar’a giderken oraların yemyeşil olduğunu söyler ve bu yeşillikten daha fazlasının olmayacağını düşünürdüm. Ama Bali’de denizin içinden resmen ağaçlar uzanıp maviliği gölgeleyerek yeşilin bin bir tonunu gözlere bir ziyafet gibi sunuluyordu. 
Havaalanına indiğimizde hava kararmaya başlamıştı. Bali Güney Yarımküre’de ekvatora yakın yer alan bir yer olduğu için en fazla 18:30’a kadar hava aydınlık kalabiliyordu. Biz oradayken her akşam saat 18:00’da hava karardı. Dolayısıyla uzun gün bekleyenler için Bali çok da iyi bir tercih olmaz. Bizim gibiler için ise, günü kaçırmamak için her sabah erken kalkmamıza neden oldu. Hiçbir şeyi kaçırmadığımız için şikayetçi değilim.
Daha çok gece hayatını seven çılgın Avusturalyalı sörfçülerin diyarı olan Kuta’da konaklamak için yerel bir otele rezervasyon yaptırmıştık. Satriya Cottages’a vardığımızda tahtalara oyulmuş heykeller ve ahşap ağırlıklı dekorasyonuyla karşılaştık. Odamız tahsis edilirken egzotik meyvelerden oluşan bir kokteyl ikram edildi. Kokteylin içindeki canlı çiçeğin kokusu tarif edemeyeceğim kadar iyi hissettirecek cinstendi. öyle bir kokuydu ki, bulunulan ortamdan, insanlardan soyutluyor ve hiç bilinmedik çiçeklere bezeli ormanlara götürüyordu sanki…
Odamıza giderken, geçtiğimiz bahçelerde bu çiçeklerin yerlere döküldüğünü ve ağaçların üzerine konmuş kelebekler gibi yaprakların arasından baş verdiklerini gördüm. Sonradan bu çiçeklerin adının “champa” olduğunu öğrenecektim.
Türk’ün Sörfle İmtihanı
Ertesi sabah horoz sesinin yankılarını kulaklarımda hissederek uyumaya devam etmek istedim ama güneşin inatçı ışıklarıyla yatakta doğruldum. “Horoz sesi ve Bali pek de egzotik!” diye mırıldandım. 
Kahvaltıya indiğimizde gittiğim diğer Uzakdoğu ülkelerine göre daha kısıtlı bir kahvaltı ile karşılaştım. Peynir ve zeytin olmamasını saymıyorum ama yerel yemekleri de tuzlu diye alıp, şekerli çıkması ile bir şekilde tanışmış oldum. 
çok gecikmeden yürüyerek şehri tanımak için otelden çıktık. Birkaç dakikalık yürüyüşle Kuta Plajı’na vardık. Hint Okyanusu’nun dalgaları hayatımda görmediğim kadar büyüktü. Köpüklü kocaman dalgaların üzerleri sörf yapanlarla doluydu. Deniz kenarında biraz yürümek istediğinizde dalgalar ayaklarınızı okşamıyor, resmen belinize kadar sizi ıslatıyordu. 
Esmer ve kaslı adamlar yolumuzu kesip sürekli sörf öğrenmek isteyip istemediğimizi soruyordu. Hayatımızda sörf yapmamışız, böyle dalga da görmemişiz, eksik kalmayalım deyip denemek istedik. Kişi başı 2 saati 7 Dolar’a bir sörf eğitimcisiyle anlaştık. 
Eğitimcimiz öncelikle sahilde bize nasıl sörf yapacağımızla ilgili bilgiler verdi. Yüz üstü sörf tahtasına yatacaktık. “Padal padal” dediği şekilde kulaç atacaktık. Sonra şınav çekmeye başlar gibi ayak parmaklarımız ve ellerimizin üzerinde doğrulacaktık. Sonrasında sağ ayağımızla sörf tahtasını ortalayıp diğer ayağımızı da ona göre açıp ortalayacak ve ellerimizi öne doğru uzatacaktık. Ne de basit değil mi? Tabii ki değil!
Türk’ün sörfle imtihanı yaşadıklarım yanında az kalır. “Ben Avusturalyalılar gibi dalgalı okyanus kıyılarında büyümedim” diyerek avunsam yeriydi. Dalgalar gelince kalkmaya çalıştıkça düşüyordum. Hele ki sörf tahtasını alıp enine doğru önümde tutarsam dalga gelip suratıma tahtayı vurabilirdi.
Bir kere denerken düştüm ve ince kumlar belimi çizerek kanattı. Bir kere de sağ bileğimi burkacak şekilde düştüm. Dizim ve bileğim çok acıdı. Tüm hafta sörften kalan bu acı beni yokladı.
En sonunda vazgeçtim. Eğitmen, sörf tahtamı alıp derinlere götürüp beni üstüne bindirdikten sonra dalga geldikçe “Up!” (yukarı) diyordu. Ben artık onu dinlememeye ve sörf tahtası üzerinde yata yata kıyıya doğru püfür püfür yol almaya başlamıştım. 
Sörf yapma sevdam kendimi sakatlama korkuma yenik düşse de eğitmen zorla “seni sörf tahtası üzerinde ayakta görmek istiyorum” diyerek beni derinlere doğru götürmesi ile devam ediyordu. Artık sıkılmıştım. Neyse ki adam da benim sörf tahtasında yata yata kıyıya vurmamdan sıkılmış olacak ki en sonunda beni eğitmekten vazgeçti.
Cesursan Yersin!
Bali’de gündüz hemen geceyle örtülmüştü. Sokakta istisnasız bir tane bile dövmesiz Avusturalyalı yoktu. Sanki Avusturalyalı olmak için dövme şart koşulmuştu. Bali’de değil de, sanki Avusturalya’daydım. Kulağımda İngilizce cümleler, iri adamlar ve sarışın kadınlar… Bir tane bile Türk yoktu. Herhalde aktarmalı olarak bu kadar uzun uçuşu göze almak Türkler’i başka ülkelere yönlendiriyordu.
Bali denince akla masaj gelmez miydi? Sokaklar “Masaz? Masaz?” diye ellerindeki tarife broşürleriyle turistleri salonlarına çekmeye çalışan kadınlarla doluydu. Saati 4 dolara da, 8 dolara da masaj vardı. Masaj diyarında masaj çok ucuzdu!
Ortalama bir salona girdik. Bizi bir bölmeye aldılar. İki yan yana yatak ve üzerlerinde de birer çiçekli pareo gibi kumaş vardı. üstümüzü çıkarmamız söylendi. Duvarda asılı olan “müşterilerin kayıplarından biz sorumlu değiliz” uyarısı beni tedirgin etti. Yatağın görebileceğim tarafına çantaları koydum. Sırt üstü yattık, vücudumuzu ıslak bezle sildiler. Sonrasında da yasemin yağı ile bacaktan başa kadar 1 saat masaj yaptırdık. Gerçekten müthiş bir rahatlamaydı. Karnımızı acıktıran cinsten bir rahatlama!
Uzakdoğu yemeklerini sevdiğim için Endonezya mutfağını da merak etmiştim. Eşim benim kadar cesur olmadığı için bilmediği şeyleri yemek istemiyordu. Yerel bir restorana gittik. Kızarmış pirinç olan “Nasi Goreng” sipariş ettim. Kızarmış pirince isteğe göre balık, karides, tavuk ya da et konulabiliyordu. Ben karidesli istedim. Yanına da yerel içecekleri olan Teh Botol istedim. Teh Botol, şişede soğuk olarak sunulan yasemin çayı. Ama kokusu tütünü andırıyor. Ben yerken eşim beni izledi. Sonrasında ise bildik fast food restoranlarından birine giderek ben onun hamburger yemesini izledim.
Kararlıydım, Bali’de onu Uzakdoğu lezzetlerine alıştıracaktım. 

DEVAM EDECEK…