Ben Cesur Bir Kadın Değilim; Ben Cesaret Gösteren ve Konuşan Çocukların Sesiyim

Ben Cesur Bir Kadın Değilim; Ben Cesaret Gösteren ve Konuşan Çocukların Sesiyim Ben Cesur Bir Kadın Değilim; Ben Cesaret Gösteren ve Konuşan Çocukların Sesiyim

Saadet öğretmen bir köye öğretmen olarak atanıyor. O köye ilk girdiğinde dikkatini barajın yanı başında olmasına rağmen dalları kurumuş bir ağaç çekiyor ve ağacı suluyor. Sonra da ağaca “Sen yeşerene kadar ben bu köyde olacağım” diyor. Aslında o ağaç her şeyin habercisi bir semboldü. Çünkü gerçekten o köyde, o okulda kötü bir şeyler oluyordu ve minicik ruhlar kuruyordu. Saadet Öğretmen ise o köyün can suyu olacağından habersiz orada eğitim vermeye başlıyordu…

 

Sonra neler mi oluyor? Saadet öğretmen büyük mücadeleler veriyor ve mücadelesi tüm Türkiye’ye yayılıyor. Saadet öğretmen çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği 8 ayda binlerce kişinin gönüllüsü olduğu koskoca bir dernek haline geliyor. Yapacakları daha çok iş var.

 

Saadet öğretmen, Klass okurları için başından sonuna tüm hikayeyi ve bundan sonra yapacaklarını, hedeflerini anlattı.

 

 

 

Saadet Hanım, UCİM’in temelleri sizin büyük bir cesaret gösteriminizle başladı. Peki ne oldu da Saadet öğretmen böyle bir mücadelenin içinde kendini buldu?

 

Güçlü bir eğitimim vardı ama ben ısrarla köy öğretmeni olmak istiyordum. ücretli öğretmenliğe baş vurdum ve bana bir süre sonra bir köyde öğretmenlik yapma hakkı doğmuştu. O köye gittiğimde çok etkilenmiştim, büyülendim. çünkü hayalimdi bu. O yola giderken bir ağaç dikkatimi çekti. Kupkuru dalları vardı. Barajın eteğinde ama neden bu kadar kuru diye düşündüm. Arabayı çekip bagajdan su alıp ağacı suladım. “Sen yeşerene kadar ben burada olacağım” dedim. Sonra o köye girdiğimde çok etkilendim. Okulun kantini yok tuvaleti dışarda. Köy okuluydu. İnsan köyü olmayınca hasret olur ya o yolun patika taşlarına kadar her şeyini fotoğrafını çekmiş kadar hatırlıyorum.

 

Köyde okul müdürü beni karşıladığında kendini o kadar güzel anlattı ki ben büyülendim. Ne kadar idealist biri diye düşünmüştüm. Sürekli kendini anlatıyordu. Ben oraya ücretli öğretmen olarak girdim. Hem anasınıfına gireceğim hem de İngilizce derslerinde birleştirilmiş sınıflara girecektim. Girdiğimde çocuklar beni çok güzel karşıladı. öğretmenlerini kaybetmek istemediklerini anlıyorsunuz. Giden her öğretmen bu yol bana uzak deyip reddetmiş. çünkü ulaşımın zor olduğu bir köy. Okul öncesi sınıfına girdiğimde yerdeki parçalanmış halıfleks çok canımı yakmıştı. Duvar dökülmüştü. öğretmen anlatıyor ama anlattıklarıyla gördüklerim pekişmiyordu. Bir çaba olmadığını görüyorsun. Ben ilk iş olarak arkadaşlarımı, eşimi aradım. Dedim ki bir okul var çocuklar pırıl pırıl dedim. Fotoğraflarımı da gösterdim onlara ve başladık biz. Hemen bir koltukçu arkadaşıma en güzel renklerden rengarenk minderler istiyorum dedim. Arkadaşım da en pahalı koltuğun kumaşından yapacağız bunu dedi. Kocaman kare kare minderlerimiz oldu. Yerleri kaplattık. Halılarımızı yerleştirdik ve tam bir kolej havası yarattık ve çok güzel eğitimler verdik. Ben bir de kişisel gelişimci olduğum için dönüştürmeyi seviyorum. çocuklarla çok güzel çalışmalar yaptık. O çocukların çok zeki olduğunu anladım. Mükemmel çocuklardı. Ama o birleştirilmiş sınıflara girdiğim çocuklar üçüncü sınıfa gelmiş ve okumayı sökememiş haldeydi. Beni başta rahatsız eden oydu. Bu kadar zeki çocukların olduğu yerde öbür sınıf neden böyle diye düşünüyorsunuz. Ama çocuklara baktığınız zaman çocuklar öğrenecek çocuklar. Bir sorun olduğunu anladım. Bununla yetinmedim bütün köyleri gezmeye başladım. Anne baba ziyaretleri yapmaya başladım. Yokluktan taze soğandan yemek olduğunu öğrendim orada. Yumurta ile bir öğün atlatıldığını gördüm. çünkü tarım işçisi insanlar, mücadele ediyorlar. Her türlü güzellikler var o kalplerde. Dayak atan eşleri gördüm, evlerine gittim, o eşlerle sohbet ettim. Bir şeyler değişti. Ama bir travma vardı onu gördüm.

 

 

 

 

 

“çOCUKLARA İYİ SEVMEYİ VE KöTü SEVMEĞİ ANLATTIM. İYİ SEVMEK ANNEMİZİN SEVMESİ GİBİDİR AMA KöTü çOK ZOR OLANDIR DEDİM.”

 

Peki ilk nasıl şüphelendiniz?

 

Bir sorun da vardı ama konuşmayan çocuklar da vardı. Sonrasında artık gelen öğretmen de gidiyordu.. Bir okul müdürüsün ve 65 yaşına gelmişsin, emekliliğin gelmiş. öğretmen geliyor siz neden geldiniz diyerek gönderiyor. Beni de okulun öğrenci sayısı düşmesin diye tutuyor. çünkü okul öncesi sınıf olmazsa öğrenci sayısı 20’nin altına düşecek. Okul kapatılacak. Tabi ben bunları sonradan algılayabildim.

 

Bu adam benim sınıfımda devamlı kapısını kapattırıyor. Meğerse o çocukları 8 metrekare müdür odasına götürüp çocukları istismar ediyor. Bense onu derste zannediyorum. Bir gün gittim onun ders sınıfına ve baktım ki öğretmen yok. çocuklardan birini başına koymuş. Ama sınıfta kızlar da yok kapısını tıkladım ve kapı kitliydi. Kapıyı açmaya çalıştım. 5 saniyede açılacak olan kapının açılması zaman aldı. İlk kuşkumu o anda yaşadım. Yani derste neden içeriye kızları almış diye düşündüm. İnsanlara söylediğimde herkes yoktur öyle şey diyor. Ve ben sadece kapalı olmasından rahatsız olduğumu çevremdekilerle paylaştım. Böyle bir olayda bir tuhaflık var dediğinizde kimse sizi doğrulamıyor. Orada bir yalnızlık hissediyorsunuz. Ama çocukların varlığıyla çokluğumu hissettim. çocuklara drama dersi vermeye başladım, masalları canlandırıyorduk. O güveni vermem gerekiyordu çünkü çocuklar konuşmuyorlardı. Derslerinde de yeni dönem başladığında benim öğrencilerin o öğretmenin sınıfına geçince ben bunu daha iyi anladım. çünkü çocuklarım sınıfıma gelmek istiyor ama o adam izin vermiyor. Bu işte bir terslik vardı. Niçin çocuklarla arama duvar koydu? Niçin bu çocuklarla aramda engel oldu? Benim çok neşeli olan bir çocuğum sessizleşti. Ben o sessizlikten çok rahatsız oldum. Bunlar daha 6 yaşındaydı. Daha küçük oldukları için daha çaresiz bir haldelerdi. Ben artık düştüm bunun peşine ve devamlı o kapıyı çalıyordum ama açılmıyor ve girilmiyordu. Her gün aynı sahne; çocuğun elinde çay, arkada iki kız, adam oturuyor gülüşüyorlar. Bazıları yere bakıyor, bazılarının suratı değişik. Serçe parmağımı çaya soktum çay soğuktu. Dedim ki bu hep aynı sahneyi yapıyor. Bu bir şeyleri kurgulamış ve benim bir şeyleri anlamamı istemiyordu. Tornavidayla o kapının topuzunu bozdum. Kapattığını sanacak çevirecek ama açılacaktı. Yine odasına girdim bir baktım kimse yok. İçim rahatladı. Bir baktım ki masanın alt tarafındaki küçücük deliklerden iki tane kız çocuğu görünüyor masanın altında. Bakınca siz ne yapıyorsunuz dedim. çocuk gıdıklama oyunu oynuyoruz dedi. Bu sefer şüphelerimde haklı olduğumu anladım. O adam da kekelemeye başladı yüzü de kıpkırmızı oldu. çocuklar çıktıklarında bu şekilde çocuklarla oyunlar oynamayın dedim. Adam da bana “çok edepsiz bunlar” dedi. Parka gittim çocuklara bana bu oyunu anlatın, ben de merak ediyorum, oynamak istiyorum falan dedim. çocuklar güldüler ama tedirginlerdi. Birbirlerinin yüzüne bakıyorlar bir şey var ama bunu anlatmak istemiyorlar gibi. öğretmenim bacaklarımıza dokunuyor falan diyordu. Bir yer göstermiyorlardı. Gerçekten kötü bir niyet yok muydu sorgulamasını yaşıyorsunuz. Ama bir yandan da bunu hissediyorsunuz. Ve birinin günahını almayayım, iftira atmayayım, hayatını karartmayayım düşüncesi, o vicdan kısmı en ağır basan yerdi. Eve gittim o an Allah bir yol göstersin istiyorsunuz. Evde kitap okuyordum. Kitapta okuduğum yerde bir cümle geçti “Bazen baktığın ve gördüğün aynı değildir, hisset. Ve bir şeyleri kalbinin gözüyle de görebilirsin”. Okula gittim, kapı bozuk diye burnundan soluyor. Kapıyı çekiçlerle tamir etmeye çalışıyor ve ben diyorum ki hocam okulda kapalı kapı mı olur açık kalsın diyorum. Adamın gözleri dönmüştü. Kapıya vura vura tamir etmem lazım diyordu. çocuklar da kapı bozuk diye seviniyorlardı, bunu da gördüm o gözlerde. Ve kurduğu sistemi değiştirmek zorunda kaldı. çünkü bu sefer öğlen tatiline çocukları çıkardığında çocuklar gelmemeye başladı. çocukları eve götürdüğünü tahmin ettim. Lojman var arada çalı bir yol… Bu sefer kesin anladım. Ve bir gün o lojmandayken çocukları topladım. çocuklara iyi sevmeyi ve kötü sevmeği anlattım. Birindeki dokunuş bize kötü hissettirir. İyi sevmek annemizin sevmesi gibidir ama kötü çok zor olandır dedim. Orada biz kendimizi kötü hissederiz, güvensiz hissederiz, bunu sevdiğimiz birine anlatmalıyız, güvendiğimiz birine anlatmalıyız  dedim. İçlerinden biri “Annemiz susuyorsa öğretmenlerimiz bizi korur mu” dediler. Korur dedim. O esnada çocuklardan biri hazır ola geçerek bağıra bağıra 19 şiirini okumaya başladı. Bir önündeki çocuk işaret ederek bizi o adamın izlediğini belli ediyordu. Ben de anlamıştım. Beni korumak için şiir okumaya başladılar. Aslında kızlar erkeklere bize çok kötülük yapıyor yardım edin diyorlarmış. Erkekler de bir şeyler yapabilmek için plan yapıyorlarmış. öğretmene söyleyelim demiş çocuklar. Hatta bir tanesi doktora gidelim karnımız ağrıyor gittiğimizde de hamile olmuş olmaktan korkuyoruz diyelim, doktor anlasın ve bizi kurtarsın diye düşünmüş. Bunu çocukların anladığını fark edince sizi gömerim demiş. Daha önceden kazmış olduğu çukuru belirterek Saadet öğrenmene söylerseniz onu oraya gömerim, telefonuyla da arabasını baraja atarım, kimse ölüsünü de bulamaz öbür dünyada sizi yine bulurum demiş. çocuklar beni yok etmesin diye susmuşlar. Her gün giderken çocuklar arkamdan hüzünle bakıyorlardı. Ben de hep bunu çözmeye çalışıyordum. Onlar anlatmak istiyorlar korkuyor ben de ne olduğunu çıkarmaya çalışıyorum. Anlatınca birinin elleri kasıldı. Giderken çocuklardan birine size ne anlattı dedi. çocuk da oyun oynattı dedi. Ben de ne olduğunu anladım artık.

Devamı ve daha fazlası Klass Magazin Nisan sayısında...

 

Fotoğraflar: Yavuz Kaynar

 

Mekan: Crowne Plaza İstanbul-Florya