PR Uzmanı Ambulans Personeli Gibi Olmalı

PR Uzmanı Ambulans Personeli Gibi Olmalı PR Uzmanı Ambulans Personeli Gibi Olmalı

Meslek hayatı, okuldan mezun olup, aldığın teorik bilgileri kullanmaktan ibaret değildir. Hele ki benim gibi “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” bölümünü okuduktan sonra iletişim sektöründe kariyer yapan biri için pratik bilgi kadar değerli bir şeyin olmadığını söylesem abartmış olmam.

Nasıl ki doktorlar tıp dünyasındaki gelişmeleri yakında takip ederek kendilerini yeniliyorlarsa, mühendisler yeni teknik bilgilere göre iş planlarını revize ediyorsa, her meslekte değişimler takip edilip buna göre hareket edilmelidir. Yeniliklerin gerisinde kalırsanız, işiniz bitmiş demektir.

İşte bu nedenle fırsatım olursa tüm eğitimlere katılmaya gayret ediyorum. İki gün süren ve İstanbul’da gerçekleşen Global PR Summit de bu eğitimlerden biriydi. Türkiye, Makedonya, Bulgaristan, İran, Dubai, Katar, Suudi Arabistan, Gürcistan gibi ülkelerden İletişim ve PR profesyonelleri bir araya geldik.

Artık geleneksel PR’ın tek başına öneminin kalmadığını Global PR Summit ile daha iyi anladım. Konuşmacılar arasında “influencer” olarak tabir edilen, “etkileyici” olarak çevirilen ve çoğu zaman da “internet fenomeni” olarak adlandırdığımız insanlar da vardı.

Artık geleneksel olarak basın bülteni yaz, servis et, yazılı basındaki “reklam eşdeğerini” ölç ile bitmiyordu iş. Markalar artık “influencer”lar ile çalışarak ürünlerini tanıtıyor, kendinden biri gibi gördükleri sosyal medya yıldızları ile ilgili stratejiler geliştiriyorlardı. “Sosyal medya etkileyenlerine” “bu zibidiyi ne diye ağırlayayım, ona ne diye hediye vereyim” diye yaklaşan markaların gelecekte yeri olmayacaktı.

Büyük bazı markalar PR’cılarının geleneksel olması ve yeniliklere açık olamayıp dijital çağı yakalayamamaları nedeniyle, kendileriyle yollarını ayırmışlardı. Konferansın neredeyse yarısından çoğu sosyal medya ve dijital dünyadaki yeniliklere ayrılmıştı.

PR ve pazarlama da eskisine göre daha da duygusal olmaya başlamıştı. “Kurumsal Kimlik” derken, “X şirketi çok güçlü, 100 yıl önce kuruldu, yüzbinlerce kişi çalışıyor” şeklinde söylemlerin olduğu tanıtım filmleri artık o kadar demodeydi ki... İnsanlar artık “duygusal” olan şeylerden hoşlanıyorlardı. Kendileri gibi insanların hikayeleri dikkatlerini çekiyordu. Markaların robotik çizgiden, insani çizgiye geçmeleri ve bu çizgide kurumsal kimliklerinin de ete ve kemiğe bürünmesi gerekiyordu.

Farklı ülkelerden gelmemize rağmen, kurumsal kimliğin insani özellik kazanması öylesine evrensel bir gerçekti ki, tüm firmalar bir insani hikaye peşinde koşup buna göre stratejilerini geliştiriyorlardı. örneğin SwissAir çalışanlarının gözlerinin fotoğrafını çekip binaların üzerine yansıtıyordu; İzlanda, turizmini canlandırmak için İzlandalı ailelerin hayatları hikaye konusu olarak kullanabiliyordu. Markanın başarılı olması, hedeflediği kitlenin kalbine dokunması ile mümkün hale geliyordu.

PR deyince davetler hazırlayıp, bülten yazan kişilerin olduğu bir sektör akla gelmemeliydi. Kriz zamanlarında Ambulans personeli gibi anında ve doğru hamlelerle müdahale edebilmeliydi. Bunun için de olayları hızla analiz edip strateji belirlemeliydi. İzlanda’nın volkanik dağının patlaması ve küller nedeniyle uzun bir süre Avrupa’daki uçuşların aksaması sonrası bu kriz doğru iletişim politikasıyla çözülebilmişti. Ya da birkaç sene önce batan cruise gemisi sonrasında bu kazaya rağmen seneden seneye şirketin cirosunun artması da doğru iletişim politikasıyla olmuştu.

İki günlük zirvenin özeti ise, Blogger, vlogger, sosyal medyada sevilen karakterler olan “etkileyiciler” geleceğin meslekleri sayılırken, dijital çağı yakalayabilenler ve insanların kalbine dokunabilenler de bu yolda ilerleyecekti.