Ah İstanbul… Dili olsa da anlatsa bize bu sırları, sakladığı kültürel mirasları. Napolyon; “Dünya tek bir ülke olsa İstanbul başkent olurdu.” demiş. Hak verenlerdenim. Yüceliği her anlamda tartışılmaz. Bu yazımda efsanelere konu olan sular altında kalan adamız Vordonisi’den bahsedeceğim. Prens Adaları, Kadıköy Adaları, Cin Adaları, Papaz Adaları, Ruh Adaları, Keşiş Adaları diye bilinen dokuz adamız var. Bunlar: Büyükada, Kınalıada, Heybeliada, Kaşıkadası, Yassıada, Sedef Adası, Sivriada ve Tavşanadası’dır. Ve bilinmeyen 10.’su ise Vordonisi.

Küçükyalı ve Bostancı açıklarında yaklaşık 700 metre uzaklıktaki bu ada 1010 yılında meydana gelen depremle beraber batmış. Bu deprem ocak ayından mart ayına kadar sürmüş. Efsane olarak bilinirken Fener Rum Patriğinin haritası incelenirken Dr. Akilla Millas tarafından bulunmuştur. Ardından dalgıçlar, arkeologlar, araştırmalar yapmış, manastıra ait kalıntılar ve yerleşim kalıntıları görülmüş. Deprem uzmanı Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, diğer dokuz adanın graniti sağlam kaya üzerinde olduğunu burasının ise alüvyon toprak üzerinde bulunduğunu, bu yüzden adanın battığını söylüyor. Depremin yaklaşık 6.5. şiddetinde olduğundan söz ediyor.



Roma imparatorluğu döneminde prenslerin, imparatorların ve imparatoriçelerin sürülüp manastırlara hapsedilmesinden dolayı Bizanslılar bu adalara Prens adaları demiş. Photius, soylu bir aileye mensup Bilge lakaplı din adamıdır. Kehanet olayları kontrol altına alan pagan tanrısı Satir (Satir-Satre-Satros) anlamında buraya Satir manastırı yapmıştır. Rakibi olan İgnatios ise Küçükyalı’da Satir manastırı yapmış. İkisi de farklı zamanlarda Patrik seçilmiş olsalar da her seferinde biri diğerinin itibarını zedelemeye çalışmış. En sonunda 867 yılında Photius patriklikten alınıp Vordonisi’ye sürgün edilmiş. Ortodoks ve Katolik ayrımına neden olan kişidir. Katolik baskısından kaçan Avrupa’dan birçok kâhin, cadı, büyücü, şifacılar buraya kaçıp gelmişler. Ve beraberinde kutsal objeler, maji, tılsım aracı bunlardan da ziyade kozmoloji yazmaları, deri, kemik üzerine yapılmış olan yazmaları, sibyl tabletleri de beraberinde getirmişlerdir. Katolikler tarafından büyük kısmı yok edilmiş. Ardından Avrupa zenginleri büyü, maji işleri için buraya gelmiş. Önemli bir turizm kaynağı olmuş. Ayrıca tüm bilgilere sahip olan kişi Photius’un kendine ait bir kütüphanesi ve Küçükyalı Satir manastırına uzanan dehlize sahip olduğu söyleniyor. İçtimai bakımdan Zeyrek Manastırı ile de benzerliği söz konusu. Bu durumda acaba oraya da uzanan dehliz yapılmış olabilir mi diye düşünmeden edemedim.

Neden burası? Neden bu ada dediğimiz zaman alüvyon toprağının manevi açıdan ektiğinin daha çabuk büyümesi, suyun kutsallığı, adanın korunaklı olması olabilir. Altay Yaratılış destanında, “Başlangıçta ne gök vardı ne bir yer. Uçsuz bucaksız sular içindeydi her yer.” der. Ve her daim suyun hafızası, kutsallığından bahsedilir. Kimine göre de o kadar çok büyü, majiyle uğraşıldı ki o yüzden battı. Bir efsaneye göre de orda insan hayvan karışımlı yaratıklar görülmüş. Bazıları da Hıdırellez gibi özel günlerde dileklerini yazıp o suya attıklarında gerçekleşeceğine inanıyor.

Günümüze gelirsek Araştırmacı Yazar Yonca Alpan ise 1045’te tamamen ayrılan Ortodoks-Katolik kilisesinin 1965’te ilk barışmanın Fener Rum Patriği ve Papa’nın bir araya gelmesiyle atıldığının, 2045’te birleşerek eski kilise sisteminin oluşacağını, bunun için İgnatios ve Photius’un kemiklerinin bir araya getirilerek ritüel yapılması gerektiğini söylüyor. Ayrıca pagan geçmişi, hristiyanlık geçmişi ve günümüzde de can bulmakta olan İslam ile hepsinin kesiştiği yer olarak buranın Kanal İstanbul Adası olacağını düşünüyor.

Araştırmaları süren ada bize gizlediği diğer bilgileri verirken gelecek ne gösterecek bilemem lakin ne olacaksa bütünün hayrına olmasını diliyorum. Diğer Tüm Yazılar