İki insan bambaşka DNA, bambaşka aile, bambaşka yerlerde doğuyor, büyüyorlar. Töreler farklı, sistemler değişik, sevgiler, terbiye, usul, adap, her şey başka. Sonra da bu iki kişi evleniyor. Yepyeni bir aile oluyorlar. Tabii arada benzerlikler, usuller, sevgiler, beklentiler ve en mühimi seks çekiciliği, aşk tutkalı var. En azından ateşle barut bir arada, dört duvar arasında yalnızdırlar. Böylece, bir tül perdenin arkasından bakarak, evlilik başlar. Her şey güzeldir, romantiktir, arzu doludur, sorunsuzdur. Zamanla, bizden veya dışarıdan kaynaklanan bir sürü sebeplerle hafiften tül perde aralanmaya başlar. Daha doğrusu ayaklarımız yere basar, gözümüz açılır. O ilk zamanların heyecanı durulunca hayat rutinleşir; canımız sıkılmaya, her şey gözümüze batmaya ve tabii sinir olmaya başlarız.
Karşımızdakinin sözlerinden, hareketlerinden, davranışlarından, oturmasından kalkmasından, yemek yemesinden, sakız çiğnemesinden, orasını burasını kaşımasından, çıt çıt çekirdek çıtlatmasından, esnemesinden, horlamasından anlayacağınız bir sürü şeyden rahatsız oluruz. Eğer bunları dile getirirsek kavga çıkar, en azından karşımızdakini kırarız. Bir şey söylemezsek, duymazlıktan gelirsek, görmemeye çalışırsak, gayri şuuri biriktirmeye başlarız. Zamanla, bastırılan negatif duygular, şuur al- tına itilir. Eğer kişi bunu kendi içinde hazmedebilir ve eritirse, mesele hallolur. Para hesaplaşmaları, cimrilik, aşırı harcamalar, karşılıklı güvensizlikler evliliğe vurulan darbelerdir. Bu durum şahısları öç almaya, yalan söylemeye, karşı tarafı aşağılamaya sevk eder. Zaten, "Benim param senin paran," demeler bana göre müthiş birer, ‘Soğuma’ mekanizmasıdır. Hele hele parasını saklamak, az göstermek, alınan malları kendi üzerine yapmak, bütün bu davranış tarzı, hepsi evlilikte tarafları birbirinden soğutur. Saklamak, kazık atmak olarak algılanır. Güven çok önemlidir. Ekonomiler ne kadar gerekli olursa olsun, taraflarca abartılmamalı. Gerekli zamanlarda, lüzumlu olan harcamalar yapılmalıdır. "Kendine gelince var, bana gelince yok," demeler, seyahat, doktor, psikologa gitmeyi lüks saymalar; eşinin kuaföre, yemeğe, kendine yaptığı harcamalara kızmalar; şahısları gizlemeye, yalan söylemeye ve en önemlisi, 'Diş bilemeye,' sevk eder.
Başkalarının yanında küçük düşürmeler, manasız şakalar, gereksiz laf çakmalar, eşini başkası ile karşılaştırmalar veya anlamsız örnek göstermeler, hepsi eşleri birbirinden soğutur. Hiçbir şey unutulmaz, zamanı gelince temcit pilavı gibi ısıtılır ısıtılır önümüze konulur. Soğumalar başladıkça, seks hayatı aksamaya, teklemeye, alarm vermeye başlar, sonunda da duruverir. Esasında, bu bir çöküşün başı değil, sonudur. Daha doğrusu tarafların arasındaki soğukluğun göstergesidir. Ancak şahıslar anlaşabilirlerse mesele yoktur; ama anlaşamazlarsa? işte ileride olacakların tohumları atılmaya başlanmıştır. Kartopu gibi başlar, zamanla çığ gibi olur. Bazen de evliliğimizi ezip geçer. Gelin bunları düşünmeyelim. Hâlâ hoşlanıyoruz, seviyoruz, zevk alıyoruz, paylaşıyoruz, dokunuyoruz. Bir gün bir bakıyoruz eşimiz bize bir sebepten bağırıyor. Yahut itham ediyor veya karşı tarafı tutuyor, en mühimi bizi kırıyor. Haksızlığa uğradığımızı bunu hak etmediğimizi düşünüyoruz. Alttan alsak ezildiğimizi, taviz verdiğimizi sanıyoruz; yangına körükle gitsek, bu sefer kavga uzuyor ve tabii sonradan unutamayacağımız, bir sürü laflar ediliyor. Haydi, başlıyoruz küsmelere, tavır koymalara, surat asmalara. Her seferinde, her tekrarında, aslında biz bir şeyler kaybediyoruz ve kinleniyoruz. En azından tortusu kalıyor. Bu dışarıya vurulmuyor ama şuur altınızda, eksi hanesine yazılıyor. Hele dayak, itiş, kakış, küfür, ihanet, kıskançlık söz konusu ise iş cidden o zaman kendilerine gelir ve önlem almaya yönelirler. Ya evlilik terapistine gitmeyi akıl ederler yahut da pek çoğunun yaptığı gibi ihanet ederler. Bilerek veya bilmeden bir arayışa girer ve duygusal boşluklarını, öyle yanlış bir yolla doldurmaya çalışırlar. Tabii evlilik terapisinin haricindeki yollar, aradaki kopma durumuna gelmiş bağları, daha da kötü yapar. Sevgili okurlar bunu şöyle bir örnekle bitirelim. Farz edelim ki bir yerimizi kaşıdık ve orada bir sivilce çıktı. Oynadıkça mikrop kaptı yara haline geldi. Hâlâ tedbir almadık, merhem filan koymadık üstüne üstlük kanattık, sıktık vs. Şimdi çıban oldu. Bunun için doktora mı gidilirmiş eledik ve bir gün bir baktık iş kötüleşmiş ve bir kitle olmuş. Şimdi doktor şart değil mi? dua edelim de geç kalmamış olalım, bir sivilce derken bir kist veya kanserle karşılaşmayalım. Hepinize sağlıklı evlilikler diliyorum.
Diğer Tüm Yazılar