Son yıllarda her ortamda çok sıkça duyuyoruz!
“Aman Tanrım çok güzelsin” ya da “Ne 40 mı? 50 mi? Ne kadar genç gösteriyorsun!”
Herkes varsa yoksa dış görünüşe bir iltifat etme ihtiyacı içinde. Ben şahsen birbirimize başka bir şekilde iltifat edilmesini çok özledim. Başka sözler duymaya hasret kalmadık mı? Ne dersiniz?

Oysa gelin birlikte biraz geçmişi gözümüzde canlandırmaya çalışalım mı?
30-40 yıl önce kadınlar ya da erkekler aynaya baktıklarında gördükleri kırışıklıkları ya da yüz hatlarını bugün ki gibi dert ediyorlar mıydı? Ya da yaz gelecek ne olacak bu bacaklarımdaki selülitlerin hali deyip çözüm arıyorlar mıydı? HAYIR!
Yüzdeki kırışıklıklarda, bacaktaki selülitlerde doğallığın bir parçası olarak kabul ediyordu. O dönemlerde ne sosyal medyada filtreli fotoğraflar vardı ne de her köşe başında medikal estetik merkezleri... Yaşlanmak, hayatın olağan ve saygı duyulan bir yönüydü. Bugün ise işler oldukça değişti.

Günümüzün dijital çağında, “kusursuz” görünmek neredeyse bir toplumsal beklenti hâline geldi. Artık sanki selülitlerimizle ya da kaz ayaklarımızla görünmemiz bir suçmuş gibi... Sanki yaş almak, hayatı yaşamak değil de bir ‘eksiklik’miş gibi sunuluyor.
Medikal estetik uygulamaları, hiç olmadığı kadar yaygın ve erişilebilir. Elbette bu ilerlemelerin bir yönüyle hayat kalitemizi artırdığı da bir gerçek. Kendini iyi hissetmek için yapılan dokunuşlara kimse karşı çıkmıyor. Çünkü herkesin kendini sağlıklı, canlı ve güzel hissetme hakkı var. Ancak bu denklemde sıkça unuttuğumuz başka bir hak daha var: Yaşlanma hakkı.

Medikal Estetiğin Kısa Tarihi
Medikal estetik, ilk olarak 1970’li yıllarda botulinum toksinin (botoks) kas spazmlarını tedavi etmekte kullanılmasıyla tıpta kendine yer buldu. Ancak bu maddenin kırışıklıkları geçici olarak düzeltme etkisi fark edilince, estetik dünyasında yeni bir çağ başlamış oldu. Ardından dolgu maddeleri, lazer teknolojileri, cilt gençleştirme yöntemleri derken estetik tıp, büyük bir endüstriye dönüştü.
Bugün gelinen noktada medikal estetik sadece bir lüks değil, bazen bir norm haline geldi. Bu normlar ise çoğu zaman dijital platformlar, influencer kültürü ve kusursuz beden dayatmalarıyla şekilleniyor. 20’li yaşlarında bile “baby botox” yaptıran bir nesil var artık. Henüz yaşlanmadan, yaşlanma korkusuyla tanışıyoruz.

Sağlıklı Olmak da Hakkımız, Yaşlanmak da
Peki, neden yaşlanmak bu kadar korkutucu hale geldi? Kendini sevmek; sadece genç, diri ve “ideal” olduğumuz halimizi değil, değişen ve dönüşen halimizi de kabul etmeyi içerir. Belki de gerçek özgürlük hem gençliğimizi hem yaşlılığımızı sahiplenebilmektir. Estetik gelişmeler harika araçlar olabilir ama asla varlığımızın ölçütü olmamalı. Kendimizi değiştirme özgürlüğümüz kadar, kendimiz olarak kalma hakkımız da var.
Son söz olarak, güzellik, sadece pürüzsüz bir ciltte ya da simetrik hatlarda değil; insanın kendini kabul edişinde, yaşadığı her anın izini onurla taşımasında gizlidir. Evet, bilim bize mucizeler sunuyor, teknolojiler bizi yıllara karşı destekliyor. Ama asıl mucize, aynaya baktığınızda sadece dışını değil, içindeki gücü, zarafeti ve hayatla kurduğun o derin bağı görebilmekte.
Yaşlanmak bir eksiklik değil, hayatın en asil başarılarından biridir. Ve unutmayın; kırışıklıklar, yalnızca zamanın değil, gülümsediğiniz anların, yaşadığınız duyguların imzasıdır. İster dokunuşlarla destekleyin ister olduğu gibi kabullenin… Seçim sizin. Ama her koşulda, kendiniz olmayı kutlamaktan asla vazgeçmeyin.
Çünkü en estetik halimiz; kendimize olan şefkatimizdir.
  Diğer Tüm Yazılar