BALİ 2

BALİ 2 BALİ 2

Bali’de günler kısa olduğu için mümkün olduğunca erken kalkmamız ve gün ışığının tadını olabildiğince çıkarmamız gerekiyordu. Bali’ye geldiyseniz mutlaka bir araba ve şoför tutmanız gerekiyordu. “Ben kullanırım, ne şoförü! Araba kiralasam yeter!” derseniz, size bir kere daha düşünmenizi tavsiye ederim.

Bali, egzotik bir ada olsa da, fazlasıyla ünlü olmasının sonucu olarak tek şeritli yollarda trafik sıkışıklığı inanılmaz bir sorun. Motor sayısı da öyle fazla ki, yolda nereden çıkacaklarını bilmiyorsunuz. Bir de üzerine gittiğiniz yer ile ilgili tabelanın olmamasını eklerseniz, yerel bir şoför tutmak en mantıklısı. 

Araç ve şoför dediysem, çok pahalı olarak düşünmeyin. Tüm gün sizin istediğiniz yerleri gezdirme bedeli olarak toplam 30 – 35 dolar ödüyorsunuz. Bunun içinde araç, şoför, aracın benzini bulunuyor. Kocaman bir araç geldiği için eğer dört ya da beş kişilik bir grupsanız ödediğiniz fiyat da değişmiyor.

Tanrıların Tabağı

Sabah sebzeli omlet ve meyve ağırlıklı olarak yaptığımız kahvaltının ardından şoförümüzün resepsiyonda beklediğini haber aldık. Aracımızın camının önünde palmiye ağacı yapraklarından yapılmış bir tabak içerisinde Hindu inancına göre bereket getirmesi ve kötülüklerden korunmak için yeşillikler, bir parça bisküvi ve çiçekler vardı. 

Hindu inancına göre kimisi tabağın içerisine bir dal sigara koymayı da ihmal etmiyordu. Tüm dükkanların önünde bu tabaklara rastlamak çok sıradandı. 

Şoförümüz de kendisini kazalardan koruyan ve bereket getiren şeyin, Tanrısına sunduğu bu tabak ile geldiğini belirtmişti. Gerçekten de tek şeritli yolda, sağdan soldan çıkan motorlar ile tehlikeli akan trafikte hiç kaza olmamasını, uhrevi bir güce bağlamaları gerektiğini düşündüm. 

İlk durağımız Taman Ayun Tapınağı’ydı. Hindu inancına göre her ev, her iş yeri, her otel kendine ait bir tapınağa sahip olmalıydı. Bizim geldiğimiz Taman Ayun Tapınağı ise 1634 yılında Mengwi Krallığı tarafından kurulmuştu. 

1937 yılında restore edilen tapınak, krallığa ait olması ile günümüze kadar gelmiş. Tapınağın girişinde horozlarını dövüştüren iki adamın heykeli bulunuyordu. Horoz dövüşünün Bali kültüründe önemli bir yeri olduğunu anladım. Bali’de kaldığım süre boyunca adada o kadar çok horoz gördüm ki... Bazı evlerin kapılarında da horoz figürü dikkat çekiciydi. 

Tapınağın çevresindeki değişik ağaçlar, akan nehir insana öylesine huzur veriyordu ki... İnsan zaten huzur bulmak için de ibadet etmez miydi? Mengwi Krallığı, Taman Ayun Tapınağı ile bu amaçlarına ulaşmış olmalıydı.

Bir sonraki durağımız Bali Botanik Bahçesi’ydi. Aracımızla bir tepeyi tırmanarak vardığımız bu bahçe 1959 yılında kurulmuştu. Şoförümüz maksimum 1,5 saat sonra bahçe çıkışında bizi bekleyeceğini belirtti.

Burada Her Şey Devasa!

Bahçe o kadar büyüktü ki, bu yer için “Botanik Ormanı” dense çok daha uygun olur diye düşünmeden edemedim. O kadar Uzakdoğu ülkelerine ve botanik bahçelerine gittim ama hayatımda hiç görmediğim ve ismini bilmediğim rengarenk çiçekler ve değişik yaprak yapıları olan ağaçları ilk kez Bali’de gördüm.

Botanik bahçesinin içerisinde orkide, begonya ve kaktüs çeşitleri gibi bahçelerin bulunmasının yanı sıra birkaç tane de tapınak vardı.  Değişik ağaçların ziyaretçileri selamlar misali yolun iki yanında sıralanması ile yokuş çıkarken yorgunluğumuzu unutuyorduk.

Tepeye geldiğimizde yemyeşil çimenlerin olduğu alandan mavinin tonlarını kıskandıracak güzellikte gölü seyrettik. Sonrasında yolumuza devam ettiğimizde “Giant Tree” (Devasa Ağaç) bölümüne geldik. Yüzyıllık çınar ağaçlarının kalın mı kalın gövdesi, neredeyse bir dalı olabilecek kadar büyük bir ağaçtı. Fotoğraf için kadraja sığdırmakta zorlandığım bu ağaca hayranlıkla baktım. Kim bilir kaç yüzyıldır bu tepede dünyayı gözlemliyordu!

Yokuş aşağı inerken bambu bölümüne gelmiştik. Hani evlerimizde vazoların içinde 2 – 3 dal ince bambu olur ya, onlar bu gördüğüm bambuların bebekleri bile olamayacak kadar küçüktü. Bahçedeki bambular hem kalın hem de uzundu. Bambuların arasına dalıp göğe bakmaya çalıştığımda başarılı olamadım. Günü geceye çevirip, güneşi aralarına almayacak kadar uzundu bambular.

Birden bacaklarım kaşınmaya başlamıştı. Bambu olur da aralarında sivrisinekler olmaz mıydı? çantamdaki sineksavar spreyimi tüm vücuduma sıksam da, olan olmuştu. Sivriler beni bir güzel yemişlerdi. Sonrasında bacağımdaki ısırılan yer devasa şişecek ve kızaracaktı. üzerine meşhur “Tiger Balm” kreminden sürerek bir nebze olsun şişi indirebilecektim.

Botanik bahçesinden çıktığımızda 2,5 saattir burada olduğumuzu fark ettik. O kadar çok beğenmiştik ki burayı, 1,5 saat yerine 2,5 saat gezmiş ve zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. 

Şehrazat

Hızla Pura Ulun Danu Bratan Tapınağı’na doğru yol aldık. Bratan Gölü’nün içerisindeki bu tapınak 1663 yılında inşa edilmişti. Bali ile ilgili tüm turizm tanıtımlarında bu tapınağın fotoğrafı yer aldığı için burayı çok merak ediyorduk. 

üst üste çatılar konulmuş gibi göğe doğru uzanan bu yapıyı ziyaret eden çoktu. özellikle yerel halk bir bayram kutlar gibi tapınağa akın etmişti. Endonezyalılar, yabancılarla fotoğraf çekilmeye bayılıyorlardı. Benim yanıma da gelmiş ve benimle birlikte fotoğraf çekilmek istemişlerdi. Kabul ettim ve nereli olduğum sorusuna “Türkiye’den geldim” yanıtını verdim. Hemen “Şehrazat” demeye başladılar. 

Yıllar önce Türkiye’de yayınlanan “Binbir Gece” adlı, Halit Ergenç ve Bergüzar Korel’in başrolleri paylaştığı diziden bahsettiklerini anladım. Endonezya’da bu dizi çok popülerdi. Biz Bergüzar Korel ve Halit Ergenç’in bu diziden sonra evlenip bir erkek çocuklarının olduğunu söylediğimizde de şaşırıyorlardı.

Fotoğraf çekildikten sonra tapınağı gezerken birden bir yağmur bastırdı. İnsanlar kaçışmaya başladılar. Biz de bir tentenin altına girdik. Fonda hiçbir tınısının ruhuma hitap etmediği “din din din din” diye tekdüze çalan yerel müzik vardı. Hayatımda hiçbir müziği bu kadar soğuk karşılamamıştım.

Sonunda yağmur dindi ve gün batımını izlemek için Tanah Lot Tapınağı’nın yolunu tuttuk. 

Okyanusun hırçın dalgalarına inat kayaların üzerinde sapasağlam duran hacıların uğrak noktası olan bu tapınak çok etkileyiciydi. Okyanusun iyotlu kokusu, sürekli devingen biçimdeki dalgaları ile gün batımını izlerken çok etkilendik. Kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir yerdi.

Batan güneşin ardından Kuta’daki otelimizin yolunu tuttuk.

DEVAM EDECEK...