EGE AKDENİZ II

EGE  AKDENİZ II EGE AKDENİZ II

Milet Antik Kenti karşımızda amfitiyatrosuyla bizi karşıladı. Geniş ovada sanki tiyatro dışında bir şey yokmuş izlenimi uyandırıyordu. “Küçük bir kentmiş herhalde” diye düşünerek tiyatronun merdivenlerinden tırmanmaya başladık. Milet, liman kenti olması dolayısıyla Doğu Akdeniz’in ekonomik ve kültürel merkezi sayılıyormuş. Menderes Nehri’nin akıntılarıyla getirdiği topraklarla günümüzde 10 km denizden uzak konumda olan şehir, zamanında liman kentiymiş. Şimdi antik tiyatronun üzerine çıkılıp bakıldığında denizin yerini tarım yapılan toprakların aldığı görülüyor.

Erdemli Yaşamanın Yolu

 

Zamanında “Filozoflar Kenti” olarak adlandırılan Milet’ten kimler gelmiş kimler geçmiş... “Erdemli yaşamanın yolu, başkalarında kınadığını yapmamaktır” sözünün sahibi felsefenin babası Thales, ilk coğrafi haritayı yapan Anaksimandros Milet’in yetiştirdiği önemli değerlerin başında geliyor.

İlk gördüğümde küçük bir antik kente geldiğimi düşündüren amfitiyatronun arkasına geçtiğimde kocaman bir şehirle karşılaştım. Meğer tiyatro tüm şehri ardına almış saklıyormuş. Tapınaklar, hamam, kilise tepeden aşağı indikçe ziyaret edilebilecek yerlerdi.

özellikle hamama hayran kaldım. Soğuk havuz, sıcak banyo, odalar, dönemin sporcuları için masaj salonları... O dönem için ne kadar ileride bir düşünce ve teknolojiymiş. Künklerle gelen sular o kadar güzel ve organize olarak kullanılıyormuş ki...

Biz geçmişten kalan yapıları gezerken elinde bir torba incirle bir köylü yanımıza yaklaştı. Bize tarihi yapılar hakkında bilgi vermek istediği belliydi ama biz kendimiz gezmek istemiştik. Türkiye’de turizme hak ettiği değerin verilmediğini düşündüm. Orada yöresel bir kişinin yerine kokartlı rehberlerin olması gerekirdi. Tarihsel zenginliklerimizin çoğu da yurtdışında sergilenirken en azından elimizdekileri iyi değerlendirmemiz gerekiyordu.

Milet’in kocaman agora kapısının Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergilendiğini biliyor muydunuz?

Milet’ten ayrılırken yolumuzun üzerindeki Milet Müzesi’ne de uğradık. Gerçekten buraya gelmişken Milet Müzesi’ne de uğramadan olmazdı. Burada özellikle dikkatimi çeken bir noktadan bahsetmem lazım. Köylünün biri tarlasını sürerken bir küp buluyor. Bu küpün içerisinden Kanuni Sultan Süleyman, Yıldırım Bayezid dönemlerine ait yüzlerce altın ile gümüş sikke ve Venedik altın parası çıkıyor. Köylü, bunu devlete bildiriyor ve bugün o paralar Milet Müzesi’nde sergileniyor. ülkemizden bildiğiniz tarih fışkırıyor. Kim bilir hangi zengin tüccar onu gömdü ve yiyemeden öldü.

Müzeyi de gezdikten sonra otele doğru yola çıktık. öğle yemeğini kaçırmıştık ama sorun değildi. Zaten otelde yediğim yemekler sindirim sistemimi mahvediyordu.

 

İlk Görüşte Kendine Aşık Eden

 

Bir gece daha Didim’de kaldıktan sonra istikametimiz Fethiye’ydi! Masmavi deniz kıyısından giderken sıcak havanın bunaltmasıyla kendimi hemen denize atmak istiyordum.

ölüdeniz’e tepeden bakan, dağın yamacına kurulmuş otelimize vardığımızda manzara ile mest olmuştum. Symbola ölüdeniz Beach adlı butik bir otelde konaklayacaktık.

Merdivenlerle dağa doğru tırmanarak taş evde bulunan odamıza vardık. Taş ev olması dolayısıyla içerisi serindi. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra direkt denize gittik. ölüdeniz’in rengi açık mavi ile hafif fosforlu yeşilin karışımı, ilk görüşte kendine aşık eden bir tondaydı.

Küçük çakıl taşlarına bezeli sahilden denize kendimizi bırakınca bir – iki adım atar atmaz sular bel hizamızı geçecek şekilde derinleşiyordu. Havada Babadağ’dan atlayan paraşütlü insanlar, İstanbul Boğazı’ndaki martıları andırıyordu.

Denizin sıcaklığı o kadar güzeldi ki, belki de insan vücudu ile aynı sıcaklıktaydı. Anne karnında gibi huzurlu hissetmek isteyen herkes ölüdeniz’e gelmeliydi. Orada kaç saat yüzdük bilemiyorum ama hava kararmaya başlamıştı.

Otelimize geldiğimizde akşam yemeği saati yaklaşıyordu. Havuz kenarında, çamların arasındaki yemek alanına geldiğimizde balık, salata servis edildi. Manzara ve çam kokusu eşliğinde rakı da iyi giderdi...

Ertesi sabah erkenden kalktık. Kelebekler Vadisi Tekne Turu’na katılacaktık.  ölüdeniz’de yan yana duran tekneler yolcu alıyordu. Su birden derinleştiği için liman yerine denizin içinden zar zor tekneye biniliyordu.

Geçen sene Fethiye’de Adalar turuna katılmıştım. çok güzel bir turdu. Mavilikler ve hırçın rüzgarlardan insanları koruyan koylar, yeşile bezeli tepeler, bu tepelerden denize atlayan çılgınlar... Harika bir turdu. Bu beklentiyle Kelebekler Vadisi turuna katıldığımda büyük hayal kırıklığına uğradım.

 

Fethiye’de Titanic Filmi

 

Tekneler tıka basa insanlarla dolu olarak yola çıktı. Güzel mavi denizi yararak gidiyorduk. Gittiğimiz koylarda bizim tekne gibi bir sürü tekne yan yana durup yüzme molası veriyordu. Titanic filmini hatırladım birden. Teknelerden atlayan yüzlerce insan aynı koyda yüzmeye çalışıyordu. Resmen herkes birbirinin üstüne çıkıyordu. Bir kulaç atsak mutlaka birine çarpıyorduk. Artık yüzmekten vazgeçmiştik. Olduğumuz yerde duruyorduk. İşin kötüsü tekne turuna bindin mi, geri dönüş yoktu. O günü yüzemeden kabalıkla boğuşarak denizde geçirecektin!

Bir ara bir koyda durduğumuzda biraz yüzecek alan kalmıştı. Mutlu mutlu yüzerken birden bir tekne çıktı. Yüzdüğüm iki tekne arası o kadar dardı ki, diğer teknenin o daracık yere gireceğini düşünmüyordum. Fakat tekne ciddi ciddi üstümüze gelince yine insanların arasına karıştık. Araba park eder gibi, diğer tekneleri ittire ittire arasına girdi.

Burada Fethiye Belediyesi’nin büyük sorumluluğu ve hatasını gördüm. Bir belediye olarak bu tekne turlarını sıkı denetime tabi tutmalı. Turizmden büyük ölçüde gelir elde eden bir yer için bu kadar başı boş bir hizmet uygulamasına ses çıkarmamak büyük bir hatadır.

Bu kadar çok teknenin aynı koylarda durup insanları mülteci gibi denizlere atmaları denetlenmeli. Sistem oluşturulmalı ve bu sisteme göre rotada iki tekne şu koya, üç tekne bu koya diyerek dönüşümlü turlar yapıp aynı adaları farklı rotalarla insanlara sunmalı. Zor bulunan bir tonda tertemiz deniz ve doğa harikası yemyeşil makilerle kaplı yamaçlar bu kadar kötü tanıtılamaz. Yazık ülkemize... Bunu hiçbir şekilde Fethiye Belediyesi’ne yakıştıramıyorum.

 

Uçamayan Papağan

 

Kelebekler Vadisi’ne geldiğimizde tekneden inince direkt karşımıza bir adam çıkıp makbuz vermeden Allah’ın doğasında yürümemiz için kişi başı 6 TL topladı. “Deep Blue teknesinden misin?” diye soruyordu. Anladığım kadarıyla teknelerle makbuzsuz topladıkları paraları bölüşüyorlardı.

Bir saat mola verildiği için Kelebekler Vadisi’ne doğru patikaları yürüyüp, taşları aşarak ilerledik ama bize verilen süre içinde kelebek görmedik. Beni hayran bırakacak bir doğa harikasına da rastlamadım.

Tüm yol boyunca bangır bangır müzikler yetmezmiş gibi bir de zavallı bir papağanı kolunda taşıyıp insanlara fotoğraf çekmeleri için baskı yapan personel de piyasaya çıkmıştı. Papağana çok üzüldüm. Sırf para kazanmak uğruna bir canlıya bu kadar çile çektirilmemeliydi. Hayvancağız uçmayı bile bilmiyordu.

Bir koyda durduğumuzda yandaki tekneye verilen papağan unutulmuştu. Tam teknemiz hareket ederken, diğer tekneden “papağanı unuttunuz” diye bağırdı biri. Kuşu voleybol topu gibi bizim tekneye fırlattılar. Fırlatılan papağanın aklına kanatlarını kullanmak gelmedi. Tam denize doğru düşerken, adamın biri yakaladı hayvancağızı.

çok şükür berbat tekne gezisi bitmişti de otelimize dönme vaktimiz gelmişti. Kaldığımız oteli çok sevmiştim. özellikle dağın yamacında olup merkeze bu kadar yakın ama gürültüden bir o kadar uzak olması ve özenli yemekleri ile Symbola ölüdeniz Beach tavsiye edebileceğim bir oteldi.

Ertesi gün yeni bir sayfanın açılması gibi bizim için de yeni bir rotaya doğru yola çıkma zamanıydı...

 

DEVAM EDECEK...