Efes Pilsen A takımında 5 yıl oynadıktan sonra 2000 yılında Amerika’ya giderek 15 yıl NBA’de forma giyen Türkiye’nin gururu Hidayet Türkoğlu bugün Cumhurbaşkanı Spor Başdanışmanı ve Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı olarak büyük bir keyif ve gayretle Türk sporuna ve sporcusuna hizmet ediyor. Aktif basketbol yaşantısını noktaladıktan sonra Türkiye Basketbol Federasyonu’nda (TBF) önce CEO sonra Başkan olarak görev alan Hidayet Türkoğlu, görevini eşi Banu Türkoğlu ve kızları Ela ile Lina’dan aldığı güçle ve spora olan tutkusuyla yerini getiriyor. Birbirlerini ilk gün ki gibi seven Hidayet-Banu Türkoğlu çifti evlerinin sıcacık ortamında gerçekleştirilen keyifli çekim eşliğinde gösterişten uzak hayatlarını, mutlu evliliklerini, iş ve sosyal sorumluluk projelerini, gelecek hedeflerini ve Türk basketbolunun gelişimi için yaptıkları çalışmaları Klass okurları için anlattılar.
Hidayet Türkoğlu: “Türkiye Basketbol Federasyonu yönetimine girmemizin amacı, basketbolumuzu dünya çapında daha iyi yerlere getirmek. Doğal olarak bizim Amerika’daki yaşantımız ve tecrübemizden dolayı beklentiler biz göreve geldikten sonra ister istemez arttı. Ama biz buna da kendimizi çok iyi hazırladık. Bu süreçte kimseye yapamayacağımız sözler vermiyoruz.
Hidayet Türkoğlu: “Ailenin ne kadar önemli olduğunu sporculuk kariyerim boyunca yakından deneyimledim. Spor yaparken bir düzenin olması gerektiğini fark ettim. çünkü kafa olarak huzurlu oluyorsunuz. İyi zamanlarınız oluyor kötü zamanlarınız oluyor. O süreçte her ne kadar annemiz babamızla görüşsek de hayatını paylaştığın insanla bunları paylaşabilmek, süreci daha çabuk atlatabilmenizi sağlıyor.”
Banu Türkoğlu: “Hidayet ile ben, çocukluk dediğimiz yaşlarda tanıştığımız için (tanıştığımızda ben 16- Hidayet 18 yaşlarındaydık) birlikte büyüdük diyebiliriz. O yüzden ikimizde birbirimizin huyunu o kadar özümsedik ki bana şu an Hidayet mükemmel bir eş modeli gibi geliyor.”
Banu Türkoğlu: “Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği ile çok güzel işler yapmaya ve herkesten çok güzel tepkiler almaya başladık. Amacımız Türkiye’de ihtiyaç duyulan her yerde olmak. Yani bir yer ayırt etmedik, bir sınır da çizmedik, özel yer de belirtmedik. Köy okulu da olabilir, Suriyeli de olabilir, yetim çocuklar da olabilir, hastalıkla mücadele eden zor günler geçiren ihtiyaç sahibi insanlar da olabilir...”
Hidayet Türkoğlu: “Amerika’da spor gerçekten bir kültür. Orada sinemaya gider gibi maça gidiyorlar. Bizim de bunu yavaş yavaş burada yerleştirmemiz lazım.”
Hidayet Türkoğlu: “Biz gerçekten spor anlamında çok şanslı bir ülkeyiz. Spordan gelmiş, spor yapmış bir Cumhurbaşkanımız var. O yüzden gerçekten şu ana kadar yaptığımız her işi onun desteğiyle yapıyoruz. Her fırsatta bizi destekliyor. Kendisi sporu seven, sporun gelişimi için gönülden destek veren birisi.”
Hidayet Bey, basketbol kariyeriniz boyunca ülkemizi dünya genelinde çok iyi temsil ettiniz. Daha sonra sporu bıraktınız ama bir başka önemli bir görevle Türk sporu için çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. öncelikle uzun süre Amerika’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye geliş sürecini ve üstlendiğiniz Cumhurbaşkanı Spor Başdanışmanı ve Basketbol Federasyonu Başkanlığı görevlerinin hayatınıza kattıklarından bahsedebilir misiniz?
Hidayet Türkoğlu: NBA’deki kariyerim 15 yıl sürdü ve bu süreçte eşim ve çocuklarımla birlikte yazları 1-2 ay Türkiye’de kalıp tekrar Amerika’ya dönüyor ve yaşamımızı orada sürdürüyorduk. Daha sonra basketbolu bırakarak temelli bir dönüş yaptık. Ben kendimi bu sürece hazırladım diye düşünüyorum. özellikle kariyerimin sonlarına doğru kendimi yöneticilik anlamında hazırladım. Dolayısıyla bu geçiş süreci de benim için daha kolay oldu diyebilirim. Burada en büyük fedakarlığı eşim ve çocuklarım yaptı. çünkü orada belli bir düzenleri vardı. çocuklarımız okula orada başladılar. Bunları bırakıp tamamen dönmek eşim ve çocuklarım için zor olmuştur diye düşünüyorum. Düzenimizi kurduk ve eşim de iş ve sosyal sorumluluk projeleri gibi konulara eğiliyor. çünkü kendisinin Amerika’da tempolu bir yaşamı vardı ve o tempoyu İstanbul’da da sürdürmek istiyor.
Peki, Türkiye’deki görevinizle birlikte çok büyük bir sorumluluk altına girdiniz. Bu görevden bahsedebilir miyiz? Bu görevle birlikte neler yapacaksınız? Neler hedefliyorsunuz?
H. T.: Türkiye Basketbol Federasyonu yönetimine girmemizin amacı, basketbolumuzu dünya çapında daha iyi yerlere getirmek. Bu işe soyunurken de belli çalışmaları, araştırmaları yaptıktan sonra aday olduk. Şu anki çalışmalarımız da “Türkiye’de basketbol kültürünü nasıl yayabiliriz, gençlerimizden başlayıp herkesin bir şekilde basketbolla bağlanmasını nasıl sağlayabiliriz” şeklinde ilerliyor. Herkesin basketbol topuna dokunmasını istiyoruz, maçlara gelmelerini istiyoruz. Yeni kurduğumuz ekiple bunun çalışmalarını yapıyoruz. Tabi doğal olarak bizim Amerika’daki yaşantımız ve tecrübemizden dolayı beklentiler biz göreve geldikten sonra ister istemez arttı. Ama biz buna da kendimizi çok iyi hazırladık. Bu süreçte kimseye yapamayacağımız sözler vermiyoruz. Türkiye’nin konjonktürüne de bakıp herkese karşı gerçekçi olmaya, şeffaf olmaya, samimi olmaya çalışıyoruz. Hedeflerimizi gerçekleştirmek için de her geçen gün daha çok çalışıyoruz. Sistemi oturttuktan sonra gelebildiğimiz en iyi noktada her şeyi arkadan gelecek arkadaşlara devretmek istiyoruz. Benim özellikle koltuk sevdam ya da uzun yıllar bir şeyin başında durmak isteyecek bir egom yok. çünkü ben sporun her türlü yönüyle ilgilenmeye çalışıyorum. Bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama doğal olarak uzmanlık alanım basketbol olduğu için ilk buradan başlamak istedik. Şu ana kadar da iyi gidiyor.
Bundan sonra bir daha seçime girmeyi düşünmez misiniz?
H. T.: Belli bir sistemi oturttuktan sonra mutlaka daha genç, vizyonu farklı insanlar da gelecektir. öyle kişiler olursa tabi ki seve seve ben o geçiş dönemini yaparım. Yeter ki herkesin amacı basketbolu bir yerden bir yere getirmek için bu çalışmayı yapmak olsun. Ekip olarak işi bir yerinden ele aldık, belli bir noktaya getireceğimize inanıyoruz. O süreçte de alttan yetişen arkadaşlar “Ben de burada varım” dedikleri zaman biz de her zaman bu arkadaşlara destek oluruz, yollarının açılmasını isteriz. Bizim amacımız genç insanların bu işe daha çok el atmaları. Onların da yöneticilik, idarecilik anlamında sorumluluk sahibi olmalarını istiyoruz.
Basketbolda en genç federasyon başkanı mı oluyorsunuz?
H. T. : Şu an 37 yaşındayım ve evet, en gençlerinden bir tanesiyim diyebiliriz. O yüzden bundan 3-4 yıl sonra başka genç arkadaşımız çıkarsa seve seve ben de o süreci ona devretmeyi düşünürüm. Ben tüm plan programımı 4 yıl şeklinde yapıyorum.
Amaç sistem oturtmak mı yoksa başarı odaklı çalışmak mı?
H. T. : Bir sistem oturtmak illa ki var. çünkü benim düşüncelerim, birikimlerim hem Amerika hem Avrupa olarak biraz daha farklı. Bunu yapmak için de kendi ekibinizi kurmanız gerekiyor. Bu süreçte çalışacağınız, güveneceğiniz insanlar da çok önemli. O süreci yaşıyoruz şimdi. Zaten hepimizin amacı da basketbolu bir yerlere getirmek, basketbol altyapılarındaki genç arkadaşların maç sayılarını yükseltmek, antrenmanlarını arttırabilmek, tesis anlamında kalıcı bir şeyler yapabilmek. Biz yeni yönetim olarak buna çok fazla zaman ayırıyoruz. Süper Lig ve onun bir altı olan TBL ligini daha rengarenk, daha çok gençlerin yer aldığı ve Türk oyuncularımızın sahada oynamaktan çok sorumluluk alan oyuncular haline gelmesini sağlama adına çalışmalar yapıyoruz. Yönetimimizin şu anki kafa yorduğu en önemli noktaları bunlar oluşturuyor. Sponsorlarla yapacağımız kontratları da genelde benim görev süremin içinde tutuyoruz. Hiçbir zaman bunu aşıp bir sonraki arkadaşa da bu tip zorunluluğu bırakmak istemiyoruz. Belki onun katacağı daha iyi daha büyük şeyler olabilir. Sponsorlarımız daha uzun süre çalışmak istiyorlar. Ama ben bütün planlarımı bu dört yıl için yapıyorum. Tabi ki bunu sponsorlarımıza ve ortak hareket edeceğimiz partnerlerimize de bu şekilde anlatıyoruz. Onlar da buna çok olumlu bakıyorlar. Sonuçta benim görev sürem dört yıl, onu da en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz.
“HER BAŞARILI ERKEĞİN ARKASINDA BİR KADIN VARDIR DüŞüNCESİNE İNANAN BİR İNSANIM”
Banu Hanım’ın sizin kariyerinizde çok büyük destekleri oldu. Eşinizin sizin bu noktaya gelmenizdeki yeri ve önemi nedir sizce?
H. T.: Ben hep şu cümleye inanmış bir insanım “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır”. çünkü biz çok genç yaşta tanışmış insanlarız. Allah’a çok şükür bu noktalara geldik. Eşim o süreçte bana çok yardımcı oldu. Bir bakıma da hayatımı kurtardı, bir düzene soktu diyebiliriz. Biraz dağınık biriyimdir. Eşim o süreçte benim eksiklerimi tamamladı diyebilirim. Ailenin ne kadar önemli olduğunu sporculuk kariyerim boyunca yakından deneyimledim. Bir düzenin olması gerektiğini fark ettim. çünkü kafa olarak huzurlusunuz. İyi zamanlarınız oluyor kötü zamanlarınız oluyor. O süreçte her ne kadar annemiz babamızla görüşsek de hayatını paylaştığın insanla bunları paylaşabilmek, süreci daha çabuk atlatabilmenizi sağlıyor. Kötü zamanlarınızı paylaşarak, konuşarak daha iyi şekilde atlatmanızı sağlıyor. Eşim iyi ki hayatımda.
“HİDAYET BANA MüKEMMEL BİR EŞ MODELİ GELİYOR”
Banu Hanım, peki sizin nasıl bir eşiniz var?
Banu Türkoğlu: Hidayet ile ben, çocukluk dediğimiz yaşlarda tanıştığımız için (tanıştığımızda ben 16- Hidayet 18 yaşlarındaydık) birlikte büyüdük diyebiliriz. O yüzden ikimizde birbirimizin huyunu o kadar özümsedik ki bana şu an Hidayet mükemmel bir eş modeli gibi geliyor. çünkü birbirimizi çok iyi tanıyarak şekillendik. çok duyarlıdır, çok romantiktir, ilişkiye çok saygılı birisidir. özel günleri unuttuğunu veya atladığını ben bunca yıl oldu hiç görmedim.
H. T.: Zaten kaç tane özel gün var ki? Onları da atlarsak bunca yıllık güzel evliliğimize ayıp olur.:) Şakası bir yana özel günleri gerçekten önemserim.
Siz de bu arada hayatınızda büyük değişiklikler yaptınız. Amerika’ya yerleştiniz oradan geldiniz tekrardan buraya yerleştiniz. çocuklarınızı orada büyüttünüz. Sizin için bu süreçler nasıldı ve buraya alışma süreciniz nasıl geçiyor?
B.T.: Amerika her zaman çok keyifliydi. Kızlarımız orada doğdu. NBA hayatından sonra eşimin buradaki federasyon başkanlığı ve baş danışmanlık işiyle birlikte Türkiye’ye taşındık hayatımız önemli bir değişim içine girdi. İlk başlarda açıkçası bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim, daha çok zorlanacağımı düşünüyordum. Ama çok şükür hem ailem hem eşim bu konuda çok yardımcı oldu. Sonuçta Türkiye; doğduğum, büyüdüğüm, bildiğim yer. Vatanıma döndüğüm için o süreci gerçekten kolay atlattım. Şimdi çok şükür memnunuz burada olmaktan. Keyfini çıkarmaya çalışıyoruz.
“MUTLULUĞUN ADRESİ SOSYAL YARDIMLAŞMA DERNEĞİ OLARAK İNSANLARDA çOK KISA BİR ZAMANDA GüVEN OLUŞTURDUK”
İş ve sosyal sorumluluk alanında önemli adımlar attınız. öncelikle sosyal sorumluluk projeniz olan ‘Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği’nden bahsedebilir misiniz?
B.T: Aslında ‘Mutluluğun Adresi Sosyal Yardımlaşma Derneği’ daha önceden var olan bir dernekti. Ben Amerika’dayken de onlarla interaktif görüşmelerim ve işlerim oluyordu. Tabi buraya gelince hem başkan hem başkan yardımcılarıyla daha yakından iletişime geçme imkânım oldu. Ve bu derneğin çatısı altında iki modacı arkadaşımla beraber hareket ediyoruz. çok güzel işler yapmaya ve herkesten çok güzel tepkiler almaya başladık. Amacımız Türkiye’de ihtiyaç duyulan her yerde olmak. Yani bir yer ayırt etmedik, bir sınır da çizmedik, özel yer de belirtmedik. Köy okulu da olabilir, Suriyeli de olabilir, yetim çocuklar da olabilir, hastalıkla mücadele eden zor günler geçiren ihtiyaç sahibi insanlar da olabilir... Genel olarak ihtiyaç sahiplerine ulaşma hedefimiz vardı. çok şükür çok kısa zamanda pek çok insanın güvenini kazanmışız. Bu konunun konuşulup başlaması bir ay kadar kısa bir sürede oldu ama o kadar güzel geri dönüşümler alıyoruz ki, insanlar “Biz daha önce başka yere başvurmuştuk, şimdi sizin bizi geri çevirmeyeceğinizi biliyoruz” diyor ya da bağış yapmak isteyenler “İşleyişini böyle umduğumuz bir modelsiniz. Size gönül rahatlığıyla bağış yapıyoruz” diye geliyorlar. Gerçekten çok kısa bir zamanda güven oluşturduk insanlarda.
“BENİM KİŞİSEL HEDEFİM, DOWN SENDROMLU çOCUKLARIN HİZMET EDECEĞİ BENZERLERİ OLAN BİR ‘DOWN CAFE’ AçMAK”
Peki, burada bir hedef veya beklediğiniz büyük bir projeniz var mı?
B.T.: ‘Mutluluğun Adresi’ çatısı altında arkadaşlarımla bir birliğim var ama bu benim kişisel hedefim ise Down Sendromlu çocukların hizmet edeceği ve benzerleri olan bir ‘Down Cafe’ açmak. Onunla ilgili de çalışmalarım var. Bu kişisel olarak yapmak istediğim bir şey. Umuyorum ki ilerleyen zamanlarda bunu gerçekleştirebilirim. Onları hayata kazandırabilme fikri çok hoşuma gidiyor. Yoksa onlara yardım yapıp her ay bir şeyler götürmek değil. Onları hayata kazandırabilmek benim amacım. Gelsinler o kafede çalışsınlar. Bu tarz yerler açılmaya başladı. Ben de bunlar artsın istiyorum. Maksat onların sayılarını arttırmak ve onların daha mutlu olduklarını görmek. çünkü işe yaradıkları bilincini kazandıkları zaman ciddi bir mutluluk sahibi oluyorlar. Şimdiki hedefim bu.
Sosyal sorumluluk projelerinizi gerçekleştirirken Hidayet Bey’den destek alıyor musunuz?
B.T.: Kesinlikle. çok büyük destek alıyorum. Sağ olsun hiç yalnız bırakmıyor bizi. Açıkçası benim arkamdaki önemli bir güç ve en büyük desteğim.
“çOCUKLARIMIZI MUTLU BİREYLER OLARAK YETİŞTİRMEK İSTİYORUZ. BİZİM İLLA SPORCU OLSUNLAR DİYE BİR TEMENNİMİZ YOK”
Bir de iki tane dünya tatlısı kızlarınız var. Onları büyütürken nelere dikkat ediyorsunuz? Yani bu yuvanın yaşam felsefesi nedir?
B.T.: İkimiz de çocuklarımızı mutlu bireyler olarak yetiştirmek istiyoruz. çok büyük hedeflerimiz yok. Şimdi buralarda görüyorum; bir sınav stresi var. Bir nevi ebeveynler giriyor sınava. Biz daha çok çocuklarımızı sevgi dolu ve mutlu bireyler olarak yetiştirmek istiyoruz. Ela ve Lina basketbolcu olmayacaklar gibi duruyorlar. Bir spor yapacaklar mı onu da bilmiyoruz. Ela şu an yüzmeyi çok seviyor. İlerde voleybol oynayacağım diyor ama herhangi bir belirti yok. Bizim illa sporcu olsunlar diye de bir temennimiz yok. çocuklarımız mühendis olmalı, doktor olmalı diye kaygılarımız yok. Gerçekten sadece mutlu bireyler olsunlar istiyoruz. Ne iş yapıyorlarsa onu gerçekten isteyerek ve severek yapsınlar. Bizim tek derdimiz bu.
H.T.: Profesyonel anlamda sporcu olurlar mı bilemiyoruz. Babası basketbolcu diye basketbol oynasın veya annesi voleybolcu diye voleybol oynasın diye çabalamıyoruz. Tabi ki gönlümüzden geçen bir takım sporuna yönelmeleri konusunda. Ben o anlamda eğer seçerlerse takım sporlarını seçmelerini isterim. Ama büyük kızım Ela şu an yüzmeden hoşlanıyor ve ben onu sonuna kadar destekliyorum. Yarın öbür gün tenis ya da bireysel başka branşları da istiyorsa onları da mutlaka destekleyeceğiz. Ama dediğimiz gibi bizim hiçbir zaman öyle illa çocuğumuz ‘Baban NBA’de oynadı kızım sende git oyna. Sen de iyi basketbolcu olursun.’ diye bir gayemiz yok. Ama spor yapmalarını gerçekten çok istiyoruz. Sporcu bir kişiliğe sahip olacakları kesin. Doğduklarından beri hep spor hayatının içindeler. Babalarının maçlarına geldiler, şimdi bu tip organizasyonlarda bulunuyorlar. 10-12 yaşlarına gelince kendileri için bir branş seçerlerse güzel olur diye düşünüyoruz.
Sizce takım sporunun kişiye kattıkları nelerdir?
H.T.: Paylaşımcılığı, birlikteliği öğreniyorsunuz; birlikte ağlıyorsunuz, birlikte seviniyorsunuz, zorlukları birlikte paylaşıyor, birlikte atlatıyorsunuz. Yani bunlar sizin hayatınızın her zaman bir parçası oluyor. Hayatımızda da hep paylaşımcı ve yardımsever olmamız gerekir. Ben hep öyle düşünen bir insan olmuşumdur. çünkü yarın öbür gün iş hayatına da girseniz bunlarla karşılaşacaksınız. Normal iş hayatında da bir ekiple birlikte çalışıyorsunuz. Birlikte o enerjiyi, sinerjiyi yakalamanız gerekiyor. Böyle takım sporlarında bunları daha erken öğreniyorsunuz. O yüzden çocuklarımın takım sporlarına yönelmelerini istiyorum. Ama bugün Ela da yüzücü olarak devam ederse ya da tenisçi ya da başka bir şey olarak orada da mutlaka onu destekliyor olacağız. Olursa ne güzel olmazsa da ne güzel bizim için. önemli olan sağlıklı bir şekilde yetişsinler. Sadece bizim çocuklarımız değil bütün çocuklar için böyle. Bize Allah güç verdiği sürece onların yanında olacağız.
Eşinizin sorumluluğunda bir spor tesisinin de yatırımını yaptınız. Biraz da bu tesis ve özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
H.T.: Fitness yatırımına da girdik diyebiliriz. Akasya Alışveriş Merkezi’ndeki fitness merkezi Türkiye’den çekilince yerini biz aldık. Birkaç isim üzerinde gidip geliyoruz. Onu da ben eşime bıraktım. Biz hep Türkiye’ye iki aylığına gelirdik. Şimdi dört senelik bir görev sürem var. Eşimin de kendini dört yıl burada olacağımız şeklinde planlaması gerekiyor. Açacağımız yeri de sadece fitness salonu olarak değil de bir sağlık kompleksi olarak düşünüyoruz. Diyetisyenlerden tutun da bu anlamda farklı yemek menüleri yapan kişi ve kurumlara kadar görüşüyoruz. çünkü sadece oraya gelen insanlar fitness’ını yapıp çıkmasın. Sağlıklı beslenmeyle de daha da verimli olacağını düşünüyoruz. Sporla hep iç içe olduğumuz için benim için de iyi olacak, fitness için başka yere gitmiş olmayacağım.:)
“SöZ KONUSU NBA İSE BIRAKIN TüRKİYE’Yİ AVRUPA LİGİ BİLE çOK UZAK KALIYOR”
Hem Türkiye’de hem de 15 yıl NBA’de basketbol oynadınız. Ligler arası ne gibi farklar görüyorsunuz? Federasyon başkanı da oldunuz. En azından Türkiye basketbol liglerini NBA’ye yaklaştırma projeleri var mı?
H.T.: NBA’i gerçekten çok ayrı bir yerde tutmak gerekir. Orası işin zirvesi. Orayı sadece NBA olarak değil diğer sporlara da yapılan yatırımların büyüklükleri olarak değerlendirmek gerekir. çünkü oradaki çocukların küçük yaşta sporla iç içe olmaları, Amerika gibi bir yerin spora imkan anlamında daha fazla müsait olması, doğal olarak çocukların küçük yaşta sporla birlikte büyümesine yardımcı oluyor. İster istemez işlerin basketbol veya diğer branşlar olarak izlenme talepleri daha fazla oluyor. Biz Türkiye olarak kendimizi Avrupa’nın en çok izlenen ligleri olarak görüyoruz. Bunu da aynı şekilde devam ettirmek istiyoruz. Biz federasyon olarak ülke bazında futbol kadar basketbolun da Anadolu’da kulüp sayılarını arttırıp halka biraz daha yakınlaştırmak istiyoruz. Sosyal sorumluluk projeleriyle onlara biraz daha yaklaşmak istiyoruz ki herkesin bir şekilde basketboldan haberi olsun, maçlara gelsin, televizyonlarda izlesin. Bunlarla ilgili planlarımız var. Ama söz konusu NBA ise bırakın Türkiye’yi Avrupa ligi bile çok uzak kalıyor.
“AMERİKA’DA SPOR GERçEKTEN BİR KüLTüR. ORADA SİNEMAYA GİDER GİBİ MAçA GİDİYORLAR”
NBA Ligi’nin en büyük farkı nedir?
H. T.: Spor kültürünün olması. İnsanların küçük yaşta sporla büyümesinden kaynaklanıyor. Sadece olaya basketbol olarak bakmayın. Oradaki Amerikan Futbol’u maçlarına giderseniz 60 bin kişinin izlediğini görürsünüz. Baseball maçlarına gidersiniz 50 bin kişidir. NBA maçlarına gidersiniz 20 bin kişidir. Her maç böyledir. İnşallah bizim de çabalarımızla yapacağımız ve eğitimle birlikte bir spor kültürü kazandırabiliriz. İnanıyorum ki ilerleyen zamanlarda bizim de tribünlerimiz boş kalmayacaktır. Gönlümüzden geçen herkes profesyonel olabilsin ama önemli olan sporu seven, destekleyenlerin sayısı artsın. Gerek televizyondan gerek maçlara giden olarak kendimize bir kültür edinmemiz lazım. Amerika’da spor gerçekten bir kültür. Orada sinemaya gider gibi maça gidiyorlar. Bizim de bunu yavaş yavaş burada kazandırmamız lazım. Biletlerini sezon başından alırlar ve yıl boyu programlarını ona göre yaparlar. NBA’da evlerinde oynayacakları 41 maçın hepsinin kombine biletleri vardır. Konserlere gidilecek biletler yıl başlamadan alınmıştır. Bizim bunu yavaş yavaş başlatmamız gerekir ki herkes bunu eşiyle dostuyla yakından takip edip ‘Bu akşam maç varmış’ değil de ‘Yarın kaçta buluşuyoruz, nerede buluşuyoruz’ haline getirip sporu eğlence haline getirmemiz lazım. Nasıl sinemaya gidiyorsak maça gitmeyi de bir alışkanlık, kültür haline getirmemiz lazım. NBA’in başarısının altında böyle bir kültür yatıyor.
Türkiye Basketbol Ligi’ndeki 12 basketbolcudan 8’i yabancı 4 tane yerli var. Bunlar da oynayamıyor. Bu sizce doğru bir sistem mi?
H.T.: Bizim şu anda kafa yorduğumuz noktalardan biri bu. Daha önceki yanlış planlamalardan dolayı şu an bu sıkıntılarla karşı karşıyayız. önceden milli takımımız çok başarılıydı, çok değerliydi. Milli takımımız ister istemez jenerasyon dönemi geçiriyor. Bizim jenerasyon gidiyor alttaki jenerasyon geliyor. Bu süreci yaşarken kulüplerimiz zayıftı. Onları güçlendirmek adına yabancı sayısını arttırarak belli bir seviye yakalanmaya çalışıldı. Orada dengeyi bir türlü tutturamadılar. Biz inanıyoruz ki bu dengeyi tutturacağız. Ama bu dengeyi inanın şu an değiştirmemiz çok kolay değil. Ve federasyon olarak bu tek başına yapabileceğimiz bir şey de değil. Bu değişikliği yaparken kulüplerin de sporcuların da menajerlerin de velilerin de bu duruma sıcak bakmaları lazım. Biz gerçekten ne istiyoruz? Sporcularımız oynasın mı yoksa belli bir noktada hem parasını kazansın ama oynamasın mı? önce bunu çözmemiz lazım. Bunu yaparken de önce altyapılarda özellikle Süper Lig’in altındaki ligleri daha kuvvetli yapmamız lazım. çünkü bunları ne kadar kuvvetli yaparsak bu geçiş sürelerini daha sağlıklı ve daha çabuk yaparız. Orada yetiştireceğimiz genç arkadaşları fizik ve mental olarak alt ligden üst lige çıktıkları zaman kendisini biraz daha hazır olarak getirecekler. Bir anda genç arkadaşlar alt yapıdan A Takıma çıkıyorlar. Fizik olarak mental olarak hazır mı bu çocuk? Kendinden iki kat fiziğe sahip adamlarla boğuşması için onu havuza atıyorsun. Doğal olarak da bu çocuklar hazır olmamış oluyor. Biz de o yaşlarda hazır değildik. Fizik olarak ve basketbol zekalarını geliştirerek oynata oynata üst liglere çıktıkları zaman o zorlanma ve adaptasyon sürecini çok daha kolay atlatıyorlar. Ayrıca kulüpler de profesyonel olarak galibiyete, Süper Lig’te kalmaya odaklı çalışıyorlar. çünkü kaybediyorsan bir alt lige düşme kaygın var. Bu liglere de hazır olmayan gençlerimizi sokarsak oraya bir kere hem kulüplerimize hata yapmış oluruz hem de oyuncularımıza da haksızlık yapmış oluruz. O yüzden bizim şu an kafa yorduğumuz şey bu ve bu sorunun üzerine yoğunlaşarak zamanla çözüme ulaştıracağımıza inanıyorum.
Dört yıllık süreç buna yetecek mi peki?
H. T.: Bir sistem oturduktan sonra insanlar da o sistemi kabul edeceklerdir. Bir şekilde bu hayat devam edecektir. Şimdi ben geldim başkan olarak yabancı sayısını 6’ya indirdim yarın bu sefer 4’e indirdim benim ligime de haksızlık olur. çünkü sen bir şekilde ligini Avrupa’nın en önemli ligleri arasında tutmaya çalışıyorsun. Ona göre televizyonla yaptığın ihaleler, sponsorlar, kulüplerimizin yaptığı anlaşmalar var. Artı olarak gençlerimiz daha buna hazır değil. Bunu böyle yapınca gençlerimize de haksızlık yapmış oluruz. Gençlerimiz fizik ve kafa olarak hazır değillerse o zaman bizim oyuncularımız da orada haksız bir duruma düşmüş olacaklar. önce gençlerimizi güçlendireceğiz, eğiteceğiz ve iyi bir takım oyununa hazırlayacağız.
“NBA’E GİTTİĞİM DE BİR DUVARA çARPMIŞ GİBİ OLDUM”
NBA’de 15 sene kaldınız. Oraya gittiğinizde fizik olarak çok fazla hazır değildiniz. Sonradan orada daha fazla gelişmeye başladınız. Oradaki mantalite neydi? Neler yaşadınız?
H. T. : Mantalite olarak burası ile orası çok farklı. Ben NBA’e gittiğim de bir duvara çarpmış gibi oldum. Ama hayat devam ediyordu ve mücadeleye devam ettim. Bir anda nelerin eksik olduğunu, fizik olarak yeterli olmadığımı fark ettik. Bunun üzerine öncelikli çalışmalar yaptım. Bu anlamda kendimi geliştirmeye çalıştım. Orası da bunun merkezi olduğu için oradaki eğitmenlerle bunu 6 ay içerisinde çözdük. Bunu arkadaşlarıma da sorsanız söylerler, bir sene içindeki değişimime kimse inanamadı. çünkü ona göre bir program hazırlıyorsunuz kendinize. Tabi orada basketbol olarak fundamentalinizi de yapıyorsunuz. Ama orana vurduğunuz zaman yüzde 60-70 fizik ağırlıklıydı yüzde 30-40 fundamental üzerineydi. O süreci de kendinizi geliştirerek bir noktaya getirebilirsiniz. NBA gerçekten fizik olarak iddialı bir platform. NBA’de oynayan oyuncunun kafası çemberi geçiyor. Patlayıcılar, kuvvetler derken bunlara ayak uydurabilmek için en az onlar kadar fizik anlamında belli bir seviyeye gelmeniz gerekiyor. Evet yetenek var ama fizik de önemliydi. Fiziğini de biraz daha belli bir seviyeye getirdiğin zaman ve disiplinli çalışmayı 15 yıl boyunca sürdürdüğünde NBA gibi bir yerde rahatlıkla kariyerini sürdürebiliyorsun. Bizim oradaki felsefemiz buydu. Bir sene iyi sezon geçirince diğer ki sene rahatlarım diye bir şey yok. çünkü makine gibi düşünün, her daim hazır olmak zorundasın. Fabrika gibi orası. Fabrikada bir şey bozuk çıktığında hemen alttan devamı gelir. Orası da öyle. Performansta düşme olduğu zaman teşekkür edip alttakine şans verirler. O da olmazsa bir alttakine şans verirler şeklinde devam eder. O yüzden biz her zaman profesyonel anlamda kendimizi çok eğittik. Her ne kadar iyi sezon geçirmiş olsak da o yaz her daim sıfırdan başlıyormuşuz gibi düşündük ve o şekilde hazırlandık. NBA’daki 15 yılım böyle geçti.
O sistemi Türkiye’ye getirecek misiniz?
H.T. : Biz federasyon olarak kulüplerimizle, oyuncularımızla, velilerle, menajerlerle bunları paylaşıyoruz. Bizim gerçekten tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil bu. Hiçbir federasyon bunu yapamaz. Sadece bizim branş olarak değil diğer branşlar için de bu geçerli.
Peki, o maç dönemleri nasıl geçiyordu aile içinde? Stresli miydi maç öncesi ve sonrası…
B.T.: Hidayet, kişilik olarak soğukkanlı biri olduğu için biz evde hiç onun stresini yaşamadık. Hatta çok sakin bir kişiliğe sahip olmama rağmen ben Hidayet’ten daha stresli olabiliyordum. çok rutin giden bir hazırlanma dönemi oluyor. Maçların sabah antrenmanı olur sonra eve gelir bir şeyler atıştırır ondan sonra dinlenmeye çekilir. Kalkıp yemeğini yer, giyinir ve gider. 15 yıl her maç günü hiç değişmeden bu şekilde olmuştur. Bu artık bizim rutine oturttuğumuz bir şeydi. Maç sonrası kesinlikle çok iyi veya çok kötü oynamış olsa da gayet nötr hayatımıza devam etmeye çalışıyorduk. Hidayet’in üzülmeye, sevinmeye çok fazla vakit olmuyordu. çünkü ertesi gün yine maç oluyordu.
H.T.: Ben NBA’a gitmeden önce burada Efes’de haftada bir, bilemedin iki maç oynuyordum. Orada her gün bir maç var. İlk gittiğimde kötü oynuyorum kafamı duvarlara vuruyorum, ağlıyorum. Antrenör geldi ve bana dedi ki; “Sen manyak mısın? Neden ağlıyorsun? Yarın yine maç var.” Biz 1 Kasım’dan 14 Nisan’a kadar minimum 82 maç oynuyorduk. Bu rakam normal sezon için geçerliydi. Bir de play off var ve bir de bunun öncesi var. Ama eşimle oturup bu maçların kritiğini yapardık.
İyi oynasanız da kötü oynasanız da evde gelip maçın tekrarını izliyor muydunuz?
H. T.: Bunu hiç yapmadım. Her maçtan sonra yemeğe giderdik.
B.T.: En çok da özlediğim bu diyebilirim. Gecenin 10 buçuğunda falan yemeğe gidiyorduk. Hiç maçı konuşmazdık. çünkü öbür tarafta da hayat devam ediyordu. Sadece maçta bir şey oldu mu tarzı konuşuyorduk. Kötü oynadın, iyi oynadın konusu olmuyordu.
H. T.: Son topları ben kullanıyordum çoğu zaman. Bazen eşim kaçırdığım zaman bunları değerlendiriyordu. Sorduğu soru bu kadar olurdu. Kötü oynadın, az sayı attık tarzında konuşmalarımız hiç olmadı. Bunların bizi etkilemesini biz küçük yaşta atlattık. Orada da hocamız sağ olsun çok yardımcı oldu. çünkü ben NBA’de play off’lar dahil 1000’in üzerinde maç oynadım. Ben bunların her birine üzülüp ağlasaydım kafam uçup gitmişti.
Burada bir maçtan sonra çok fazla yorum yapılıyor. Orada demek ki bu şekilde kişiyi yıpratan süreçler de yok…
H. T.: Bir yorum programı var gerçekten ama hep iyi şeyler oraya taşınıyor. Hep pozitif şeyler konuşuluyor. özellikle bizim zamanlarımızda ben 6-8 sayı atınca üzülürdüm. Burada fazla sayı atmaya alışıktım mesela. Ama onun dışında başka şeyler de yapmışım ribaund almışım, pas vermişim, top çalmışım antrenörler hep bunu söylerler. Sayı atman önemli değil 8 tane ribaund almışsın, 6 tane asist yapmışsın, top çalmışsın diye maçın geneline de çok bakıyorlar. O süreçte de diğer yapılan önemli işleri görmezden gelmiyorlar. Ribaund almak sayı atmak gibi bir şeydir. Ribaund demek bir başka arkadaşınıza sayı attırmanız demektir. Bunları hep bize önemsettiriyorlardı. çünkü sayılar arttıkça bizi uyarırlardı; biraz tembelliğe gidiyorsun sadece sayıyı düşünüyorsun, biraz daha diğer işlere de yönel derlerdi.
B.T.: Koçların dışında maç sonrası yorum yapan televizyon programları da böyleydi. Hep iyi oyuncular gösterilir normalde. İyi oynayan oyuncuyu yorumluyorlar.
H.T: Burada çok kötü oynadı, oynamak istemiyor, gününde değil diye konuşulan şeyler orada sadece kötü yüzdeyle oynadı şeklinde yorumlanıyor. 10 tane atmışsın 3 tane sokmuşsun bugün yüzde 30’la oynadı diye yorumlanır. Ama normalde iyi oynar, bunun yüzdeleri normalde 45-50 civarlarındadır denir. Belki ona sıkı savunma yaptılar belki kötü tercihlerde bulundu şeklinde yorumlar yapılır. Bu eleştiri anlayışını spor kültürümüze de yaymamız gerekiyor.
Maçlarınızda da son anları size verdiklerine göre lider bir oyuncuydunuz bulunduğunuz her yerde. Peki, Basketbol Federasyon Başkanı olma hedefiniz var mıydı bu zamana kadar?
H. T.: Ben her zaman sorumluluk almayı seven bir oyuncu olmuşumdur. Basketbol kariyerimin son zamanlarında da eşimle sürekli konuşuyorduk. Geleceğe yönelik planlar yapmaya başladık. Antrenör mü oluruz, idareci mi oluruz vesaire gibi. Tabi ki bizi en çok onurlandırılan olay Cumhurbaşkanı’mızın beni Spor Başdanışmanı olarak göreve getirmesiydi. Bu bizi aile olarak çok onurlandırdı. Cumhurbaşkanımıza ne kadar teşekkür etsek azdır. Sonra Basketbol Federasyonu da ayrı bir fırsattı. Benim de onu iyi değerlendirmem gerekiyordu. O sorumluluğu da üstlendim ve bunu ekibimle birlikte yapabileceğimizi düşündük; adaylığımızı koyduk ve çok şükür şu an iyi gidiyor. Bizim için de çok iyi bir durum oldu bu. Tecrübelerimizi bir şekilde paylaşmak istiyorduk. Bunun için de yöneticiliğin en iyi çözüm olduğunu düşündük.
Cumhurbaşkanımızın özellikle sizi seçiyor olması basketbola daha büyük yatırımların yapılabileceği anlamına geliyor olabilir mi?
H. T. : Biz gerçekten spor anlamında çok şanslı bir ülkeyiz. Spordan gelmiş, spor yapmış bir Cumhurbaşkanımız var. O yüzden gerçekten şu ana kadar yaptığımız her işi onun desteğiyle yapıyoruz. Her fırsatta bizi destekliyor. Kendisi sporu seven, sporun gelişimi için gönülden destek veren birisi. Sadece bizim branşlarımız için değil bütün spor dalları için söylüyorum bunu. Gerek tesisleşme gerek spor branşlarımızın artması bakımından büyük destek veriyor. Bundan birkaç sene önce ülke olarak olimpiyatlara aday olmuştuk. Burada da Cumhurbaşkanımız bu süreci yakından takip etmişti ve destekleyip bir parçası olmuştu. çünkü biz ülke olarak gerçekten olimpiyatlara ev sahipliği yapabilecek kapasitedeyiz. Basketbol anlamında da bütün bilgi ve birikimlerimizi Cumhurbaşkanımız ile paylaşıyoruz. Bu anlayışta bir Cumhurbaşkanımız olduğu için kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Hayatta sizleri neler mutlu eder? Yaşam felsefeniz nedir?
B.T: Başka insanları mutlu etmek beni çok mutlu ediyor. Yaptığım işlerden de bu çok aşikar. Böyle yaşamayı çok seviyorum. Mutlu etmek beni mutlu ediyor; benim hayat felsefem bu.
H.T.: Huzur benim için çok önemli ve ben çok huzurluyum. Kurmuş olduğumuz aile yapımızda uzun yılların vermiş olduğu birlik ve güven var ki bu bana büyük huzur veriyor. Evimin öyle bir atmosferi var ki dışarıdaki sorunları dışarıda bırakın evimde sadece huzur içinde vakit geçirebiliyorum. Bu hisleri yaşattıkları için de başta eşim olmak üzere aileme teşekkür ediyorum. Şu an üstlendiğim görevde eşime yine büyük sorumluluklar düştü. çünkü eskisi kadar düzenli bir hayatım yok ve aileme eskisi kadar zaman ayıramıyorum. Federasyona ilk girdiğim zaman o kadar yoğunduk ki kızlarımı beş gün görmediğim oldu.
Ama eşim bu durumu öyle güzel tolere etti ki bu benim için çok önemliydi. Bu da doğal olarak sizin daha huzurlu daha mutlu olmanızı sağlıyor.
“SPORCULARIN BELLİ BİR YAŞTAN SONRASI İçİN KENDİLERİNİ HAZIRLAMALARINI İSTİYORUM. çüNKü MASANIN öBüR TARAFINA GEçTİKTEN SONRA BAMBAŞKA BİR DüNYA VAR.”
Peki, sporcu olmak mı daha zor yoksa şimdiki göreviniz mi?
H. T.: Şu anki görevim gerçekten daha zor. Sporculuk gibisi yok. Bütün arkadaşlarıma da söylüyorum; oynayabildiğiniz kadar oynayın diyorum. Sporcuların belli bir yaştan sonrası için kendilerini hazırlamalarını istiyorum. çünkü masanın öbür tarafına geçtikten sonra bambaşka bir dünya var. Sporculuk hayatımda iki saatlik görevin vardı. Antrenman yapıp, duşunu alıp gidiyordun. Şimdi sabah 9’da gidiyorum herhangi bir organizasyon yoksa akşam 7’de eve geliyorum. Muhatap olduğun insan sayısı 10’dan 100’lerin üzerine çıkıyor. Gece 12’ye kadar da telefonlar devam ediyor. önceden sadece kendi maçlarıma gidiyordun. Şimdi altyapılara gidiyorsun, bayanlara gidiyorsun, erkeklere gidiyorsun derken bir sürü maça gitmiş oluyoruz. Arkadaşlara önerim; zaten vücudunuzu tanıyorsunuz. Yavaş yavaş anlıyorsunuz. Bir sporcunun kafayla vücudun aynı frekansta olmadığını hissettiği zaman bırakması gerektiğini düşünüyorum. çünkü gerçekten acı çekiyorsunuz. Kafa gitmek istiyor, vücut oynamak istemiyor. Kafa önde vücut arkada kalıyor. çünkü ben çok erken başladım spor hayatına ve çok uzun zorlu bir süreç yaşadım. Bıraktıktan sonra doğru bir karar verip vermediğimi sorguladım ama şu an hiç pişman değilim.
Fotoğraflar: Yavuz Kaynar