Nurdan Hanım, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim görevlisisiniz. Aynı zamanda birçok ödüllü filmin yapımcılığını da yaptınız. Bize öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?
Benim 25 senelik bir özel sektör geçmişim var. Siemens, Metro, Ritz Carlton, Garanti Bankası, Bayraktar Holding gibi birçok kuruluşta çalıştım. Alanım pazarlama ve iletişim üzerine. Bu firmalarda yöneticilik yaptım. Şimdi ise yine aynı alanlarda öğretim üyeliği yapıyorum. Onun yanında da film yapımcılığı ile uğraşıyorum.
Sinema alanına geçişiniz nasıl oldu?
Ben Metro’nun Türkiye temsilcisiyken TÜRSAK Vakfı ile Türkiye’nin ilk kurumsal kısa film yarışmasını düzenledim. Dokuz yıl boyunca düzenlediğimiz bu yarışmada birinci gelen öğrencileri New York Film Akademisi’ne gönderiyorduk. Bizim yarışmamıza benzer bir yarışma yoktu. Halen de yok. New York Film Akademisi’ne öğrenci göndermek ciddi bir bütçe gerektiriyor. Maalesef bizim sinema öğrencilerimizin çoğu İngilizce bilmiyor. Ben proje kapsamında öğrencilere bir yıl İngilizce dersi aldırdım. Oradaki yaz atölyesine gittikleri zaman eğitimlerden faydalanmaları için İngilizce bilmeleri gerekiyordu. Ben 9 sene boyunca sosyal sorumluluk projesi olarak bu işi yaparken sinemaya âşık oldum. Orhan Bey de o zaman Milliyet Gazetesi’nde ekonomi editörüydü. Kendisi Karadenizli ve doğa aşığı bir insan. Yöresi ile ilgili aklında çok ilginç projeler vardı. Hep belgesel çekmek istediğini söylerdi. Ben kendisinden bir senaryo yazmasını istedim. Daha önce çekmiş olduğu İfakat belgeseli TRT Jüri Özel Ödülü almıştı. Çok başarılı oldu ve yurt dışında da önemli ödüller aldı. Önemli film festivallerinde gösterildi. Bu durum bizi kamçıladı. Orhan Bey araştırmacı gazeteci olmasından ötürü yaratıcı tarafı çok gelişmiş. Karadeniz’e giderek oradaki yöre halkıyla konuştu, gözlemler yaptı. Konularını da ağırlıklı olarak insanların yaşamlarından seçer. Bu yaşamlar da dramatik yaşamlar. Doğa ve çevre ile ilgili konulara da önem verir. Etnografik karakterlere ve dağ kültürüne yer verir. Ben kendi imkanlarımla yapımcılık işini kotardım ve İfakat gibi bir proje ortaya çıktı.
Uzun metrajlı filminiz ‘Öyle Sevdim ki Seni’ büyük beğeni toplamıştı. Bu filmi çekerken ne gibi zorluklar yaşadınız?
Orhan Bey göç konusunun da ilgi alanımıza girebileceğini söyledi. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Trabzon’a gelen Rus kadınların başlarına çok kötü olaylar geldi. Farklı mesleklerde çalışmak için Türkiye’ye gelen kadınlar kötü yola düşürüldü. Bu kadınlar nedeniyle birçok Karadeniz ailesi dağıldı. Öyle Sevdim ki Seni filmimizde bu olayları konu olarak işledik. Uzun metraj film çekmek farklı bir yolculuk, belgesel çekmek çok farklı bir yolculuk. İfakat belgeselinin başarısından memnun olan Trabzonlu iş adamları bizi, Öyle Sevdim ki Seni filmimizde de desteklediler. Ve üç yıllık bir geliştirme sonucunda biz bu filmi çektik. O zaman bu projeyi Kanal D’ye verdik. Film Moskova Film Festivali’nde gösterildi. Ukrayna’nın en önemli film festivalinde ilk dünya lansmanını yaptık. Bizim için güzel bir yolculuk oldu.
Belgesel çekerken konu anlamında nelerden ilham alıyorsunuz. Çektiğiniz belgesellerden bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de etnografik anlamda belgesel çekmek için çok fazla konu var. Orhan Bey bana bir keresinde ‘Bizim insanlarımız hiç şikâyet etmez, her türlü soruna bir çözüm bulup başlarının çaresine bakarlar.’ dedi. Bugün yaylalarda insanlar küçük HES’ler yaparak elektriklerini oradan temin ediyorlar. Orhan Bey bu karakterleri bularak ‘Sıra Dışı İnsanlar’ isimli bir belgesele imza attı. Bu belgesel İz TV’de gösterildi. 100 festivale seçildi. 30 tane ödül aldı ve BBC’nin dikkatini çekti. Ünlü İngiliz Yapımcı Simon Reeve belgeselimizin baş karakteri, bir dağdan diğer dağa teleferik yapan Metin Akıncı ile röportaj yaptı. O teleferiğe binmek için sağlık sigortalarını bile yaptırdılar. Bu belgeseller Türkiye’nin tanıtımına inanılmaz katkı sağlıyor. Projenin finansmanını Ali Çebi’nin başlattığı Fongogo ile yaptık. Sonrasında çok daha zahmetli bir belgesel olan ‘Var Git Zamanı’ nı çektik. Kültür Bakanlığı’ndan destek aldığımız bu projede bir kişinin oğlu ile olan ilişkisini ve vicdan muhasebesini işledik. Bu proje de 2019’da İstanbul Film Festivali’nde finalistler arasına girdi. Yunanistan’da ödül aldı. Blu Tv’de gösterildi.
Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikayesi adlı projeniz de son dönemde büyük ses getirdi. Bu belgeselin kahramanı Fatma Kayacı’nın nasıl bir hikayesi var?
En son çektiğimiz belgesel de ‘Fatma Kayacı’nın Bilinmeyen Hikayesi’ oldu. Orhan Bey bir yerel gazetenin haberinde 55 yıl dağdan inmemiş bir kadının hikayesini okuyor. Hiçbir suçu olmadığı halde yeğeninin ölümünden sorumlu tutulmuş. Kadın da bu olay üzerine ailesine ve çevresindeki insanlara kızarak dağa çıkıyor. 55 yıl boyunca yaz-kış oradan inmiyor. Çıktığı yayla Karakısrak Yaylası. Orada bir tek onun evi var. Her gün Ali Haydar adına bir fidan dikip dev bir orman oluşturuyor. Orada doğa ve hayvan sevgisini de görüyoruz. Bu film de çok güzel ödüller aldı. 9. İpekyolu Film Ödülleri’nden dört ödüle layık görüldü. İtalya’da ve Amerika’da dağ belgeselleri festivallerinden ödüller aldı. Türk Dünyası Belgesel Yarışması’nda da ödül aldı. Toplamda 10’a yakın ödül aldık. Festival yolculuğuna da devam ediyor.
Bu zamana kadar birçok önemli projeyi hayata geçirdiniz. Bundan sonra neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Biz Karadeniz ile ilgili kısa kısa belgeseller yapmak istiyoruz. Bunların hikayeleri de hazır. Bu aslında dijital platformların formatına da çok uygun. Bunun dışında mübadelenin yüzüncü yıl dönümüne yönelik film hazırlığımız var. Paramparça isimli bu filmimiz için Kültür Bakanlığı’ndan senaryo desteği aldık. Bunun dışında Orhan Bey’in Çaykara’da çekmek istediği bir göç belgeseli var.
Nurdan Hanım, yapımcılık dışında bir de akademisyen yönünüz var. Akademisyenliği neden tercih ettiniz?
İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. Bütün gençlere bir işte çalışırken ikinci bir altın bileziklerinin olması gerektiğini söylüyorum. Hobilerini profesyonel hale getirmeleri gerektiğini söylüyorum. Metro’nun Türkiye temsilcisiyken master ve doktora yaptım. Kurumsal hayatta her zaman işinizi kaybetme riski ile karşı karşıyasınız. Ama kendinizi çok iyi yetiştirdiğiniz bir uğraşınız olduğunda kariyerinizle onunla devam edebilirsiniz. 25 yıl boyunca özel sektörde öğrendiklerimi öğrencilerime anlatıyorum. Marmara Üniversitesi’nin Üretim, Yönetim ve Pazarlama bölümünde akademik kariyerimi yaptım. Ben hayatta kadere inanan bir insanım. Metro’dan ayrıldığım an İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Sahibi Mustafa Aydın bana akademisyenlik ve başkan danışmanlığı teklif etti. Ve ben Metro’dan ayrılır ayrılmaz İstanbul Aydın Üniversitesi’ne geçtim. İki yıl orada hem başkan danışmanlığı hem de hocalık yaptım. Sonrasında Okan Üniversitesi’nde iş geliştirme direktörü ve öğretim üyesi olarak çalıştım. Gastronomi bölümünün kurulmasına çok büyük desteğim oldu. Daha sonra kısa bir süre Beykent Üniversitesi’nde çalıştım. Son olarak İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin gazetedeki ilanına başvurdum. Bu sene altıncı yılım da bitti. Şu ana kadar çalıştığım üniversiteler arasında en mutlu olduğum üniversite diyebilirim. Çok kurumsallaşmış bir üniversite. Arkasında İstanbul Ticaret Odası var. Çok kıymetli bir eğitim kurumu. İstanbul Ticaret Odası’nın YouTube kanalında iş insanlarıyla röportajlar yapıyorum. Pandemi konulu bu söyleşilerimizi kitaplaştırmayı düşünüyorum.
INSTAGRAM: nurdantekeoglu