Şiirden ve Müzikten Çok Etkilenmiş Bir Yazarım

Şiirden ve Müzikten Çok Etkilenmiş Bir Yazarım Şiirden ve Müzikten Çok Etkilenmiş Bir Yazarım

“Başucumda Müzik” ve “Kış İkindisinin Evinde” Kitaplarının Yazarı Kürşat Başar yazarlık serüvenini Klass’a anlattı...  

Yazarlık yeteneğinin yanı sıra felsefe ve müzik tutkusuyla edebiyat dünyasında farklı bir yere sahip olan Kürşat Başar, çocukluk yıllarından beri kitaplara duyduğu aşkı üniversite yıllarında yazarlıkla pekiştirdi. Yazdığı “Kış İkindisinin Evinde” kitabıyla Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanan yazar, ilerleyen yıllarda 700 bin baskıya ulaşan “Başucumda Müzik” ve “Yaz” kitaplarını yayınladı. Şiirsel üslubu ve etkileyici dili ile farkını ortaya koyan ünlü isim, yazarlık mesleğinin dışında televizyon ekranlarında sunduğu başarılı programlarla da tanınıyor. Ünlü Yazar Kürşat Başar ile kendisini yazar olmaya iten nedenleri, büyük yankı uyandıran “Başucumdaki Müzik” kitabını, yazarlığa ve edebiyata bakışını Klass okurları için konuştuk.

Kürşat Bey, gazeteci ve programcı kimliğinizin yanında aynı zamanda müzisyen ve yazar olarak da tanınıyorsunuz. Henüz 25 yaşındayken yayınladığınız ‘Kış İkindisinin Evinde’ kitabınız ile ödüle layık görüldünüz. Sizi yazar olmaya sevk eden şeyler nelerdi?
Kitaplara olan ilgim küçükken başladı. Ailemizde herkesin kütüphanesi vardı. Annem aynı zamanda edebiyat öğretmeniydi. Sanırım bu da beni yazarlığa itti. Okumaya bir çocuğun ilgisini çekebilecek macera kitapları okuyarak başladım. Daha sonrasında Türk klasiklerini de okumaya başladım. “İlle de yazar olayım.” diye bir düşüncem yoktu. Benimkisi sadece okuma zevkiydi. ‘Kış İkindisinin Evinde’ kitabımı üniversite sıralarında yazmıştım. Kitabım ben 25 yaşındayken yayınlandı. İlk kitabımla ödül almış olmam büyük bir sansasyon yaratmıştı. Televizyon haberlerine bile konu olmuştu.

“KİTABIN ALTYAPI ÇALIŞMASI İKİ SENEMİ ALDI”
İsminizi duyduklarında insanların ilk aklına gelen “Başucumdaki Müzik” kitabınız. Sizce bu kitabın insanları etkileyen yönü ne oldu?
“Başucumdaki Müzik” kitabında anlattığım bir duygu var. Konu pek bilinmeyen bir konu değil. Bir yasak aşk hikayesini anlatıyorum. Olaylar 1950’lerde geçiyor. O yılların farklı atmosferi de kitaba çok iyi yansıdı. Bu eseri oluştururken büyük bir emek sarf etmiştim, o dönemin aksesuarlarını, kadın giysi, ayakkabı ve çantalarından erkek kol düğmelerine kadar birçok şeyi araştırıp bulmuştum. Kitabın altyapı çalışması neredeyse iki senemi aldı diyebilirim. Hikâyeyi 70’li yaşlarında bir kadının ağzından anlatıyorum. Kadın 18 yaşından itibaren yaşadığı olaylardan bahsediyor. Ben bir yazar olarak ne 1950’leri yaşadım, ne de bir kadının genç kızlık çağında yaşadığı psikolojiyi bilebilirim. Belki de böyle bir konuyu işlemek bir iddia ortaya koymak demekti. Buna rağmen yazdıklarım insanlar tarafından beğenildi. Kitabı başlangıçta 10.000 adet basmıştık. Kitabın henüz ikinci gününde korsan versiyonu orijinalinden daha çok sattı. Yayınevi talebi yetiştiremedi. Şu anda da baskısı 700 bin baskıyı geçen sayılı kitaplardan biri. Bir gün yolda yürürken karşıdan spor yapan iki hanımın eşofmanlarıyla geldiğini gördüm. Kaldırım dar olduğu için karşı karşıya gelince duraksadık. O anda kadınlardan biri “Aa! Başucumda Müzik Ayol” dedi. Kitabım sayesinde tanınmak beni mutlu etmişti.

Kitaplarda olaylardan çok duygu ve durumları anlatma tarzınız insanların ilgisini çekiyor. Bunu felsefe bilginize borçlu olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Evet, felsefe okumamın da bunda etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Ben bir anlamda hayat felsefesi ile ilgileniyorum. Genel olarak kendim de olay akışını izleyen kitapları pek sevmem. Beni çeken anlatımın kendisidir.

“Denemeler,” “Gerek Yok” ve “Hoş Değil” kitaplarınızda eskiye özlemden ve geçmişe duyulan hasretten bahsediyorsunuz. Size eskiyi özleten şey nedir?
İnsanlar belli bir yaşa gelince geçmişi daha çok hatırlıyor ve onunla ilgilenmeye başlıyor. “Denemeler” kitabımın kapağına plaj topunu koydum. Plaj topu bile nostaljik bir şey aslında. Çocukluğumuza ait bir yaz simgesi. Roman yazmadığımda aklıma gelen çeşitli konularda yazılar yazarım. Onları da son olarak “Denemeler” adı altında topladık. Ben hiçbir zaman teknolojik gelişmenin insanları bozduğu kanaatinde değilimdir. 1960’larda da ünlü Life dergisinin bir kapağı vardı. Kapakta üç genç kız bir merdivende oturup telefonla konuşuyorlar. Altında da “Telefon aşkı” yazısı var. Genç kızlar o dönemde ev telefonuyla o kadar sık konuşuyorlarmış ki Life dergisi bu durumu kapak yapma ihtiyacı hissetmiş. Benim çocukluğumda kuzenim saatlerce telefonla konuşurdu. Teknoloji tek başına zararlı değil, onu nasıl kullandığınız önemli. Ben şimdi bir lise öğrencisi olsaydım muhtemelen bu kitapların hiçbirisini yazamazdım. Çünkü kitapların dışında ilgi çeken çok şey var.

“YAZARLIĞI ÇOK SEVDİĞİM İÇİN YAPTIM”
Bir röportajınızda yazar olmak isteyen gençlere “yazmayın” önerisinde bulunuyorsunuz. Neden böyle bir espri yaptınız?
Bizim dönemimize göre Türkiye’de şu anda çok fazla kitap yayınlanıyor aslında. Bu bir yandan çok güzel bir şey. Biz yıllarca bu konuda çok sıkıntı çektik. Kitaplar çok az satardı. Yazarlık genel olarak zor bir şeydir. Yalnızca yazdığınız kitaplarla geçinmeniz çok zordur. Eğer böyle bir düşünceniz varsa sansasyonel bir şey yapmanız gerekir. Türkçe yabancı dillere çok çevrilen bir dil değil. Türkiye ise bir çeviri cenneti. Adını bile duymadığınız yabancı yazarların eserleri çevrilip satılıyor. Bu eserlerin hepsiyle rekabet etmek zorundasınız. Arkadaşlarım dışarıda gezip eğlenirken ben gençlik yıllarımda bile boş tavana bakarak hikayeler yazıyordum. Ben yazarlığı çok sevdiğim için yaptım. Bir yazarın en mutlu anı romanını bitirdiği andır. Yazma süreci ise çok meşakkatli bir süreçtir.

“Yaz” kitabınızda birini sevmekle vazgeçmek farklıdır. “İnsan birini çok sevebilir ama ondan vazgeçebilir de.” diyorsunuz. İnsan sevdiği halde neden vazgeçer?
Bazen birini gerçekten çok seversiniz ama o sizi çok yorar veya çok üzer. Sevmekle anlaşmak aynı şey değildir. Aşkla mutluluğun hiçbir ilgisinin olmaması gibi. Çabalarınız sonuç vermediğinde de vazgeçersiniz.

Aynı kitabınızda “Okudukça öğrenirsiniz, öğrendikçe de sizi büyüleyen şeyler azalır.” diyorsunuz. Sizce çok bilmek zararlı mı?
King Crimson diye ünlü bir rock grubunun kullandığı bir söz vardır. “Bilgi ölümcül bir dozdur.” Çok okudukça, bir yandan ne kadar az şey bildiğinizi öğreniyorsunuz. Bir yandan da artık sizi etkileyen şeyler azalıyor. Yazarlar olarak mesleki bir deformasyon yaşıyoruz. Bir kitabın ilk 20 sayfasını okuduğumda hikâyenin nereye gideceğini artık tahmin edebiliyorum. Dolayısı ile benim için bir heyecanı kalmadı.

Kendinize ait bir yazma ritüeliniz var mıdır?
Kitaplarımı evimde kütüphanemin olduğu yerde yazmayı tercih ederim. Sokakta yürürken ya da bir yerde otururken notlar alırım. Yazmaya başlamadan önce klasik müzik açarım. Onun dinlendirici atmosferinde çalışmaya başlarım. Bunun dışında herhangi bir ritüelim yok. Yazmak benim için özel bir ortam veya hazırlık gerektiren bir eylem değil, hayatım bir parçası.

Sizin sevdiğiniz yazar veya kitaplar hangileri?
Ben esasında şiirden ve müzikten çok etkilenmiş bir yazarım. Türk şiirini ilk zamanlarından, Ahmet Haşimlerden, Yahya Kemallerden beri araştır ve okurum. Çok şahane bir şiir geleneğimiz var. Benim yazı tarzım da şiire yakındır. Müzisyenlikten gelen bir alışkanlıkla sese de çok dikkat ederim.
 
Edebiyata merak duyan günümüz gençlerine hangi önerilerde bulunabilirsiniz?
Kitaplar arasında klasiklere ayrı bir önem veririm. Klasikleri okumak çok önemli bir şey. Temel bilgiyi onlardan alırsınız. İnsan prototiplerini ve hayatın size ileride getireceği her şeyi orada görürsünüz. Örneğin Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Shakespeare çok önemli yazarlar. Onları takip etmeleri faydalarına olacaktır.
 

Kürşat Başar