Yeşim Hanım, başarılı bir diş hekimi iken sanatla ilgilenmeye karar verip ressamlığa yöneldiniz. Bu sürecin nasıl geliştiğini bize anlatabilir misininiz?
Lise yıllarında moda ve sanatla ilgileniyordum. O zamanlar babamın tekstil şirketinde defileler düzenleniyordu. Ebru Şallı, Tuğba Özay gibi modeller defilede sahneye çıkıyordu. Babam dikişsiz jean üretmişti. Bende severdim defileleri seyretmeyi, renkli bulurdum o dünyayı. Çalışkan bir öğrenciydim, okulumu birincilikle bitirdim. İstanbul Üniversitesi Çapa Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım. Çalışkan bir öğrenci olduğum için beni bu alana yönlendirdiler. Mezun olduktan sonra da kendi muayenemi açtım ve çalışmaya başladım. Sonrasında da butik muayenecilik konusunda uzmanlık yaptım. Babam vefat edince dedim ki tamam bunlar güzel şeyler, para kazandırıyor diş hekimliği ama sanat farklı bir şey benim için. Ölmeden önce sanatla ilgili bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm ve en sonunda artık sanat olsun dedim.
Sanat sizi nasıl bu kadar içine çok çekti ve etkiledi?
Pek çok galeri, müze gezmek beni çok etkiledi açıkçası. Sanatın duayenlerini yerinde görmek, müzelerde eserleri yakından izlemek çok etkileyiciydi. Özellikle ‘Monet’ hayatımın dönüm noktası olabilir. Onun hayatı da çok etkileyici. Van Gogh çok severim. Onun eserlerini de yakından gördüm. Tekliğini, renklerini çok sevdim. Geleceğin sanatçısıymış gerçekten. Van Gogh’u çok sevdiğim için son sergimi ona adadım. Türk ressamlardan Fikret Mualla’yı da çok severim. Onların geleceğin sanatçısı olduklarını düşünüyorum. Ama erken doğduklarını ve anlaşılamadıklarını da düşünüyorum. Zaten çok mutsuz bir şekilde yaşamışlar ve ölmüşler. Mümkün olduğunca onların hatıralarını canlandırmak ve yaşatmak istedim.
Van Gogh, Fikret Mualla gibi sanatçıları çok sevdiğinizi söylediniz. Bu sanatçılar daha çok hangi yönüyle sizi etkiledi?
Van Gogh’un tekniği ve renkleri zamanının normaline göre çok farklı ve kabul edilemez. Zaten bir tane tablo satmış yaşamında. Diğer tablolarını satamamış ve çok bunalım bir halde ölmüş, intihar etmiş. Van Gogh’un kullandığı renkleri çok beğeniyorum özellikle sarıları, mavileri ve lacivertleri. Kullandığı fırça teknikleri de çok hoşuma gider. Örnek alırım kendisini. Fikret Mualla da çocukluğunda yaşayamadığı anne sevgisini, sosyalleşmeyi ve aile gibi ortamları resmetmiş tablolarında. Onun da mavisini çok severim. Ben maviyi çok seven bir ressamım. Bütün renkleri severim ama mavi benim için özeldir. O yüzden çok kullanırım resimlerimde maviyi. Eflatun ve moru da kullanırım. Özellikle morun tonlarını. Resimlerimde canlı renkleri kullanmayı daha çok seviyorum. Resim yaparken inanılmaz mutlu oluyorum. Müzikle beraber resim yaparken, fırçalarla ve spatulalarla çalışırken ki mutluluğumu başka hiçbir yerde yakalayamıyorum. Atölyem benim için muazzam, güzel bir yer. O kadar mutluluk enerjisiyle dolu bir yer ki gelen herkes çok pozitif bir yer olduğunu düşünüyor. Gelen kişiler çok mutlu ve huzurlu bir şekilde ayrılıyor buradan.
Yakın zamanda Kar Fırtınası ve Bahar Çiçekleri isimli serginizi yaptınız. Bu sergilerinizin isimlerini seçme hikayesi nasıl oldu?
Normalde bahar dalları ismiyle düşünüyordum. Lakin Kuzguncuk’ta bir sokakta, bir mimoza ağacı gördüm. Ocak ayı olmasına rağmen mimozalar açmış, sarı sarı o kadar hoşuma gitti ki. Çok erken açmışlar, baharda bekleriz halbuki çiçeklerin açmasını. Birkaç tane bahar resmi çiçeği yapmıştım. Sonradan haber aldık ki, kar fırtınası gelecek, çok soğuk ve her yer kar olacak denildi. Böylelikle benim de aklıma çiçeklerin kar fırtınasında kalacağı geldi. Nasıl olacak ve bu renkler kar fırtınasında nasıl görünecek diye kendimce bir düşündüm. Bunu bireysel ve sosyal açıdan bağlantı kurarak düşünmeye başladım. İnsanlarda böyle. Zamanından önce açan çiçekler gibi olan insanlar, geleceğin insanları. Şimdiyi seçip buraya geliyorlar ama erken açıyorlar ve kar fırtınasında kalıp yok oluyorlar. Onların kıymeti bilinmiyor, mutsuz yaşıyorlar gibi bir bağlantı da kurdum ve ortaya bir manifesto çıktı.
Paris’te iki tane karma sergide yer aldınız. Sergi için neden Paris’i seçtiniz ve Paris’in sizin için nasıl bir anlamı var?
Paris benim için bir sanat şehri. Paris’i çok seviyorum. Seyahatlerimin çoğunu da Paris’e yaptım zaten. 10 kereden fazla bulundum ve her gidişimde bir müze gezdim. Özellikle oranın sanata bakışını, asaletini çok seviyorum. Eski ama müthiş zarif bir şehir. Sanatı yaşatan, sahip çıkan bir şehir. Benim için bunlar çok önemli. O yüzden Paris’te de sergi yapıp oradaki galericilerin dikkatini çekmek istedim. Hatta bir müze tarafından tablom satın alınsa ne kadar güzel olur diye düşünüyorum.
Eserlerinizi nerede görmek istersiniz?
Paris’teki Louvre Müzesi’nde. Öyle bir planımda var açıkçası. Oradaki küratörüm 2022 Ekim ayında bir sergim olabilir diye bana müjde verdi. Grand Palais’den sonra Louvre Müzesi’nde de bir sergim olabilir. Louvre Müzesi’nin benim için ayrı bir anlamı ve önemi olduğu için de eserlerimi kalıcı olarak orada görmek isterim. Bir Türk ressamın da orada bulunması ayrıca gurur verici bir durum olur.
Son olarak 15 Şubat’ta Fransa’da Grand Palais Müzesi’nde bir serginiz oldu. Ondan da biraz bahsedebilir misiniz?
Üç eserimle orada bulundum. Bağımsız Ressamlar Derneği’nin düzenlediği bir sergiydi. Grand Palais Müzesi, Eiffel Kulesi’nin arka tarafında bulunuyor. Etkinlik orada oldu. Büyük büyük bir etkinlikti hatta açılışa Fransız Cumhurbaşkanı da geldi. Orada bulunmak benim için çok heyecan vericiydi.
KAR FIRTINASINDA BAHAR ÇİÇEKLERİ
Manifesto
Bazı insanlar, dünyaya gelme zamanlarını şaşırmış gibidir. Yanlış bir zamana yolculuk yapmış gibi… geleceğin misyonuna ve fikirlerine sahip olarak yaşarlar. Fakat bugün değil, gelecekte anlaşılır değerleri… Onlar kışın güneşi görüp açmış çiçekler gibidir. Bir kar fırtınasında yok olan çiçekler gibi bilinmez değerleri… Van Gogh, Fikret Mualla gibi…