Türkiye’de moda dünyasının kalbi İstanbul’da atıyor ama genç ve başarılı moda tasarımcısı Seren Erdoğan doğup büyüdüğü şehir olan Ankara’dan tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. “Bu dünyada en büyük hediye biziz, en güzel hediye bizim bedenlerimiz. Düşünün tüm endamımızla salınarak yürümenin keyfi ne muhteşem bir andır. Kıymetini bilelim bu yüzden bedenimizi güzel gösterecek elbiseler tercih edelim” diyerek modaya bakışını ve felsefesini dile getiren Seren Erdoğan, izlediği bir filmden dinlediği bir müzikten tutun da caddede yürüyen bir çocuğa kadar her şeyin kendisine ilham verdiğini söylüyor. Akademiden gelen bir moda tasarımcısı olarak kısa sürede adını duyurmayı başaran Seren Erdoğan ile başarısının sırrını, genç bir modacı olarak sektörde yaşadığı zorlukları, tasarımlarında nelerden ilham aldığını, 2018 İlkbahar-Yaz modasını ve gelecek hedeflerini Klass okurları için konuştuk.
Seren Hanım, moda tasarımcılığını nasıl tanımlıyorsunuz?
Moda tasarımı kendi içinde Haute Couture ve Hazır Giyim olmak üzere ikiye ayrılır.
Haute Couture Fransızca kökenli bir kelimedir ve ''kaliteli dikiş'' anlamına gelir. Bu gelenek 1950'li yıllara kadar dayanır ve oldukça eski bir gelenek olduğu söylenebilir. Haute Couture kişiye özel dikilen ona özel ölçüler ile hazırlanmış olarak yapılan, yapımında pahalı ve kaliteli kumaşların kullanıldığı aynı zamanda el işçiliğine önem verilen bir gelenektir. Bu yüzden günümüzde butikler ya da birçok moda evi bu gelenek tarzında hazırlanan giysilere büyük çoğunlukla mağazalarında yer verirler. Hazır Giyim ise haute couture geleneğinin aksine seri üretim halinde üretilen ve mağazalara dağıtımının yapıldığı bir sistemdir. Bu yüzden daha az maliyettedir ve işçiliği daha azdır.
Türkiye’de moda nasıl algılanıyor sizce? Geçmişten günümüze Türkiye’de moda anlayışı ve stiller nasıl farklılaştı?
Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte moda anlayışının tamamen değiştiği ülkemizde birçok konuda olduğu gibi moda konusunda da batı ülkeleri örnek alındı. 1930'lu yıllarda dünyadaki ekonomik kriz modayı da derinden etkiledi. O yıllarda modada ciddi bir sadeleşmeye gidilmesine neden oldu. 1945'te İkinci Dünya Savaşı bittiğinde, savaşın verdiği zararlar toparlanmaya çalışılıyordu. Moda ve giyim o dönemde bir israf olarak görülmeye başladı. Savaşın etkilerinin yavaş yavaş sarılmasıyla 1950’li yıllara doğru bu görüş yıkılmaya başladı.
1960’lı yıllar yaklaştığı dönemde, modayı takip etmek önemli bir hal aldı. Bu dönemde pileli eteklerin, ütü gerektirmeyen "yıka ve giy" gömleklerinin çeşitliliği arttı. 1970’li yıllarda kadınlar oldukça modern görünüyordu. çok fazla abartılmayan sade, klasik ama modern bir yapı vardı. 1980 yıllarında Türkiye modasının rengarenk bir yapısı oluştu t-shirt, sweat, tayt gibi birçok terim dilimize bu dönemde yerleşti. Saçlarda punk modasının yaygın olduğu bu dönemde renkli desenli gömlekler giyilmekteydi. 1990 yıllarında, 1980’lerin renkli modasına karşı siyah renk modaya hâkim oldu 21. yüzyılın başlaması ile birlikte moda çoğulcu bir döneme girdi. Artık tek bir trend yok; herkes kendi trendini kendisi yaratıyor.
“İZLEDİĞİM BİR FİLM, DİNLEDİĞİM BİR MüZİKTEN TUTUNDA CADDEDE YüRüYEN BİR çOCUĞA KADAR HER ŞEY BANA İLHAM VERİYOR”
Koleksiyonlarınızın oluşum sürecinde nelerden ilham alıyorsunuz? Tasarımlarınızda dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir?
İzlediğim bir film, dinlediğim bir müzikten tutun da caddede yürüyen bir çocuğa kadar her şey bana ilham veriyor. Tasarımlarımı oluştururken üç süreçten geçiriyorum; 1-Model tasarım 2-Kalıp 3-üretim.
Devamı ve daha fazlası Klass Magazin Mayıs sayısında...