Kerem Alışık, güçlü edebi yönüyle ailesinden aldığı sevgi mirasını oğluna nasıl daha da büyüterek aktardığını kelimelere eşsiz bir anlatımla dökerken, Sadri Alışık JR. da babasına olan sevgisini ve saygısını büyük bir içtenlikle dile getirdi. Babalar Günü dolayısıyla bir araya geldiğimiz ünlü oyuncular Kerem Alışık ve Sadri Alışık JR. birbirlerine olan sevgilerini ve baba-oğul ilişkilerini keyifli bir çekim eşliğinde Klass okurları için anlattılar.
KEREM ALIŞIK: “Ailemin bana söylediği hep şuydu hatta vasiyeti diyebilirim ki annemin bana yazdığı mektup hala okulumuzdaki anı odasında asılıdır: “İşini elinle değil, canınla yap”. Ben Fekeli’yi canımla oynuyorum. Esaretin Bedeli’ndeki Red karakterini de.”
SADRİ ALIŞIK: “Babamdan ders aldım mı? Babamdan zaten ben hayatımın her anında ders alıyorum. Oyunculuk anlamında da birçok konuda kendisinden ders almışımdır, dersten öte beni hep çalıştırmıştır, bir şey olunca hep ona sorarım: ‘Şu şekilde yapsam daha mı iyi? Böyle mi oynasam? Şöyle mi oynasam?’ yani ilk başvurduğum kişi kendisidir.”
KEREM ALIŞIK: “Ben O’nu hem oğlum olduğu için, hem de bu özelliklere sahip olduğu için iki kere seviyorum… Benim kıvancım, benim canımdır. Annemin, babamın bana öğrettiği sevgiyle seviyorum onu… Size bu hayatta cenneti de, cehennemi de gördüğümü rahatlıkla söyleyebilirim. çünkü ben Sadri’yi ağlarken de gördüm, gülerken de.”
SADRİ ALIŞIK: “Babam duygularının bazılarını çok net belli eden bir insandır ama bazı duygularını da sadece onu tanıyanlar anlar. Bazen çok anlamazsınız ne hissettiğini, içinde yaşar bazı şeyleri. Ben de öyle bir karakterdeyim. Ama genelde birine kızmışsa, öfkeliyse, bir siniri varsa onu asla içinde tutamaz.”
Kerem Bey ‘Bir Zamanlar çukurova’ dizisindeki oyunculuğunuzla, hayat verdiğiniz Ali Rahmet Fekeli karakteriyle bütün Türkiye'nin yeni gözdesi oldunuz. Dizi temposunun yanı sıra yeni oyununuz Esaretin Bedeli'nde Red’e hayat veriyor, Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde eğitmenlik yapıyor ve şiir yazıyorsunuz. Tüm bunları yapacak enerjiyi nereden buluyorsunuz?
KEREM ALIŞIK: çalışmak ve yorulmanın yaşamak olduğunu düşünüyorum. Benim yaşamaktan anladığım bu. çalışmak ve yorulmak… Bu bize bir nefes ve soluk sağlıyor, besin kaynağımız oluyor. Hayatiyet kazandırıyor. çehov’un “Vanya Dayı”sında, Sonya’nın dediği gibi “Yaşayacağız Vanya Dayı” yaşayacağız… Bizi çalışmak kurtarır. Ben hep buna inandım. Ama çalışmayı hatta yüksek tempoda çalışmayı diyelim hiç özlemedim çünkü özlemek için ikimizin de ayrı düşmesi gerekir. çalışmak ile ben yol arkadaşıyız. İkimiz de mutluluğun bir varış değil bir yolculuktan ibaret olduğunu iyi biliyoruz. Zaten benim yaşamaktan anladığım üretmek, çalışmak ve yorulmak…
Bunlar tamamlandığında yaşadığımı anlıyorum. Bunlar olmadığında yaşamak nefes alıp vermek oluyor ki onu hayatı yaşamak değil hayatta bulunmak olarak adlandırıyorum. Nasıl ki yüreğimiz sevgi üretmiyorsa başarılı bir üretici değiliz. Yaratıcılığımızı kullanmadığımız, azmimizi göstermediğimiz, emeğimizi, çabamızı, terimizi akıtmadığımız zaman da hayatı yaşayan biri değiliz. Doğru anahtarla her şeyi açarsınız. Yanlış anahtarla da hiçbir şeyi, işin inceliği anahtarı oluşturmak. Hayata bu şekilde bakıyor ve bu doğrultuda yaşamaya çalışıyorum. Gelen her fırtına hayatınızı ve yolunuzu bozmak için gelmez, bazıları yolunuzu açmak içindir çünkü. Ben şu anda yaşadığım başarıyı ve mutluluğu belki de mesleğimde yaşadığım fırtınalara borçluyum.
Tabii şunun da bilincindeyim. Ne kadar çalışırsak çalışalım, hangi yaşta olursak olalım söylenmemiş cümlelerimiz, tamamlanmamış eylemlerimiz olacak. Attila İlhan diyor ya “Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız, söylediklerimizle değil söyleyemediklerimizle varız.” Söyleyeceklerimizi, yapacaklarımızı düşünmek, yapabilmeyi umut etmek, mavi mavi hayaller kurmak da üretime ve yaşama dahil. çünkü umut iyi bir şeydir ve iyi şeyler insanı çok bekletmez ve kolay kolay ölmez. İsterseniz özdemir Asaf’ın şiiri ile sözlerimi destekleyeyim. “Kaybedeceğini bile bile niye mücadele ediyorsun dedi… O an öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu. Bozmadım.”
Sizce Fekeli karakteri neden bu kadar sevildi? Sizden bir şeyler var mı bu karakterde?
K.A.: Fekeli acıyı temsil ediyor. Acının umudu beslediğini anlatan bir hikayesi var. Acısı çok olduğu için gülüşü güzel. Şimdiki gücünün kanıtı aslında geleceğe dönük kurduğu umutları. Hiçbir zaman kaybetmediğini düşünen ya kazanan, ya öğrenen birisi. öğretmenin de iki kere öğrenmek olduğunu savunan. Sabırlı, tevekkül eden, hoşgörülü, bazen yoksul bir yürek gibi içli ve mahzun, bazen sert bir tokat gibi patlayıcı, bazen de soğuk bir yumruk kadar haşin, duyarlı, derin bilge bir kimlik. En büyük silahı insanlığı. Kalbi temiz, nefesi sıcak. “Kalbini temiz tutmak istiyorsan dürüstlükten medet um” diyen ve susarak konuşmayı tercih eden bir kişilik... Fekeli acılı bir adam. Acılı olduğu kadar da acılarına sahip çıkan birisi. Onu acıları büyütmüş olgunlaştırmış. Başkalarının acısını paylaşmayı da kendi acılarından öğrenmiş.
Fekeli’yi ben kendi yüreğime sığdıramayacak kadar çok seviyorum. Bizim meslekte gençlere söylediğimiz hep şudur: Siz kendinize (yani rol kimliğinize) inanın başkaları da size inanır. Ben, Fekeli’yi nasıl sevdiysem, sağ olsun izleyicilerimiz de o kadar çok sevdi ve bağrına bastı. Sanki her gün benim kalbime öbek öbek güller bırakıyorlar. Bu vesile ile bir kez daha teşekkür ediyorum kendilerine.
Ailemin bana söylediği hep şuydu hatta vasiyeti diyebilirim ki annemin bana yazdığı mektup hala okulumuzdaki anı odasında asılıdır: “İşini elinle değil, canınla yap”. Ben Fekeli’yi canımla oynuyorum. Esaretin Bedeli’ndeki Red karakterini de. Siz karakterinizi tüm hücrelerinizle yaşarsanız, izleyici de karakterin sahiciliğini hemen fark eder ve karakterinizle özdeşim kurar. Bu duygunun da izleyiciye geçmiş olması bir oyuncunun alabileceği en büyük hediyedir. Ve sonuçta Mevlana’nın dediğine geliriz: “Kalbinizle, canınızla yaptığınız her şey size geri döner.” Bugüne kadar buna benzer karakterler oynadığımı söyleyebilirim. Ancak Fekeli çok boyutlu, katmanlı ve derinlikli… Tek bir sesten tek bir notadan sesi çıkmıyor. Tek başına bir senfoni. Bu farklılığıyla kendi farkını yaratan bir adam. Yukarıda anlatmaya çalıştığım bir sürü özelliği aynı şekilde üstünde taşıyabiliyor. Bu hem izleyici, hem oyuncu için büyük bir zenginlik. Tabii karaktere benim kattığım yorum kadar esas o karakteri bir yaratan var. Bu anlamda; sevgili senaristimiz, aynı zamanda iyi bir yazar ve edebiyatçı olan Ayfer Tunç’a hakkını teslim etmem gerekiyor. Bütün şiirler yağmura yazılır ama marifet buluttadır. İşte o bulut Ayfer’dir. Ayrıca bana bu yağmurları getiren tüm ekip arkadaşlarımı, yönetmenimiz Murat Saraçoğlu’nu ve yapımcımız tims&b’yi de pamuklara sarıp gönlümde taşıdığımı belirteyim.
Devamı ve daha fazlası Klass Magazin Haziran sayısında..
Fotoğraflar: Levent özdemir