2006 yılında kurulan Mobilya Sanayi İşadamları Derneği (MOBSAD) Genel Sekreteri Barış Görgüç, İTü’de Tanıtım Koordinatörü olan eşi Dilek Görgüç ile bundan 22 yıl önce Kıbrıs’ta üniversite yıllarında tanışmış. Mutlu evliliklerini dünyaya gelen kızları Nehir ile birlikte güzel bir aile boyutuna taşıyan Görgüç çifti, ebeveyn olduktan sonra koşulsuz sevgiye sahip bir birey yetiştirme adına kişisel gelişim alanında kendilerine keyifli bir yolculuk başlatmışlar. Dilek-Barış Görgüç çifti kişisel gelişim yolculuklarını hayatlarının her safhasında nasıl mutlu, huzurlu ve başarı dolu bir yolculuğa dönüştürdüklerini, mutlu aile sırlarını ve mesleki başarılarını Klass’a anlattılar.
BARIŞ GöRGüç
“Bir kadın evlilikte her pencereyi açan taraftır. Dilek benim için pencereler değil kapılar açtı her zaman. Bu bir erkek için çok büyük bir avantaj. Kendi zorlandığı yerde o kapıdan beni iterek sokması aslında onun da kolayca geçmesini sağladı arkadan.”
DİLEK GöRGüç
“İnsan bedenine hükmettiği sürece bilmem kaç derece ateşte dahi yürümeyi becerebiliyor. Yani beynin böyle muazzam bir performansı var. Ama biz onu sürekli yapamazsın, edemezsin, böyle bir engel var, sen buna layık değilsin, yeteri kadar bilgin yok diye sürekli negatif engellerle hayatımızın önüne duvar örmeye çalışıyoruz. Aslında duvar bizim yarattığımız o etiketler, varsayımlar… Halbuki beyne hükmettiğin zaman ateşin üstünde de yürüyorsun, camların üstünde yürüyebiliyorsun bunların hepsi sana ‘yapabilirsin, engelin yok’ demeyi gösteriyor.
Sizinkisi çok küçük yaşlarda başlayan bir aşk hikayesi, değil mi?
Dilek Görgüç: Kıbrıs’ta okurken ikinci senemdi galiba, ortak bir dersimiz vardı. Ve ikimizde Arnavut kökenliyiz. Arkadaşımız dedi ki bir tane daha Arnavut var burada tanışmak ister misin? Barış’la tanıştırdı beni. önce çok iyi arkadaş olduk; birlikte basket oynamaya başladık. Sene 1995’ti. Hikayemiz böyle başladı. Ondan sonra bir baktım çıkmaya başlamışız.
Peki, eşinizi anlatmanızı istersek nasıl biridir, nasıl bir eştir? çünkü üniversite önemli bir süreç ve daha sonra hayatınız birlikte şekillenmiş belli ki. Bu süreçte nasıl geliştiniz, nasıl değişti ve nasıl bir Barış Görgüç ortaya çıktı?
D.G.: Barış tanıştığımızda da çok olgun birisiydi ve hayata benden çok daha pozitif bir şekilde bakıyordu. Ben hayata çok negatif bakan biriydim ve Barış bana sık sık “hayatımızın en güzel dönemini yaşıyoruz”, “şu anda hiçbir sorumluluğumuz yok ve bunun keyfini çıkartsana” diyordu. O bunları söylerken ben de ekonomiden CC almışım diye üzülüyordum. En önemli derdim oydu. Mezun olduktan sonra hiç önemi kalmayacağını söylüyordu. Bakış açısı bana o zamanlar biraz hayal alemindeymiş gibi geliyordu. Ama daha sonra okul bitti ve evlendik; iş hayatına girdik.
Barış Bey siz neler söylersiniz Dilek Hanım’la ilgili olarak? Nasıl bir eştir, nasıl bir kişidir?
BARIŞ GöRGüç: Bir kadın evlilikte her pencereyi açan taraftır. Dilek benim için pencereler değil kapılar açtı her zaman. Bu bir erkek için çok büyük bir avantaj. Kendi zorlandığı yerde o kapıdan beni iterek sokması aslında onun da kolayca geçmesini sağladı arkadan. çünkü ben biraz daha geniş bir hacimle geçiyorum. Birlikte zorlukları paylaşmak öğrencilikte başladı. öğrencilikte yokluğu paylaşmak çok kolay. Paranız yoktur bölüşürsünüz. Yoğurda ekmek banar yer yine de öğrenciliğinizi geçirirsiniz. Bir de varlığı paylaşmak bölümü var. Ama bugün geldiğimiz yere bakınca; büyük oranda ve Dilek’in sayesinde hayatı farklı bir bakış seviyesinden gözlemleyecek fırsatı yakaladık. Böyle olunca ağız tadı, keyif, aile, bazı değerler daha önemli olmaya başladı. Şüphesiz ikimizin iş hayatı hem yoğun hem zorlu. O zorluklardan sonra en güzel en korunaklı yerimiz evimiz. Kısacası Dilek’in o kapıları o pencereleri kocaman kocaman önden açıp buyur geçebiliyorsan geç, geçemiyorsan biraz zayıfla demesi o yüzden en büyük şansımdı benim.
“BENİM KİŞİSEL GELİŞİM VE DEĞİŞİMLERİM HEP NEHİR’E HAMİLE KALDIKTAN SONRA BAŞLADI”
Dünyalar tatlısı bir kızınız var. Onun hayata gelmesiyle birlikte hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu ve onu büyütürken nelere dikkat ediyorsunuz?
D.G.: Aslında benim kişisel gelişim ve değişimlerim hep Nehir’e hamile kaldıktan sonra başladı. çünkü çocukta bir şey görüyorsun ve ben değişmeliyim diyorsun. O gördüğün şey aslında seninle ve kendini değiştirmekle ilgili. Benim ve bizim kişisel gelişim hikayemiz Nehir’le başladı. Nehir’le ilgili en önem verdiğim ve dikkat ettiğim şey katıksız sevgi alabilmesi. çünkü bizim annemiz babamız şöyleydi; “karnen iyi gelirse sana şunu alacağım.” Bizler sevgiyi hep bir şeyin karşılığı olarak gördük. Sanki sevgiyi hak etmiyormuşuz gibi düşünüldü. Oysa sevgi saf bir şekilde orada duruyor ve onu vermek de akışta olan bir şey. Onu vermek için bir şey sunmaya gerek yok. Nehir için istediğim en önemli şey o katkısız sevgiyi böyle sürekli görebilmesi. Araya bir bariyer koymadan o sevgiyi alabilmesi, özgüvenli ve mutlu olabilmesi. Bunlara sahip bir insanın başarısız olduğunu hiç görmedim. Bütün başarı hikayeleri onlarla ilgili. Ondan sonra ne yapmak istiyorsa önünde zaten hiçbir engel olmayacak. çünkü en önemlisi aslında o. Sevgi kendinle ilgili doğru bir anlam yükleyebilmesi ve evet şu anda bunu yapamayabilirim ama çabalarsam yaparım diyebilmesi. Yani pes etmemesi. O nedenle bunlara çok dikkat etmeye çalışıyoruz. Bir de ona vakit ayırmaya çalışıyoruz hafta sonları.
Peki, bu kişisel gelişim yolculuğundan biraz bahsedersek ilk başladığınız deneyim neydi? Şu an geldiğiniz nokta ne? Size neler kattı? Barış Bey bu sürece nasıl dahil oldu?
D.G.: Sanırım yıl 2012’ydi ve Barış’la birlikte nefes terapisi eğitimi aldık. Aslında orada başladı her şey. Orada farkındalık yaşamaya başladık. Sabahtan akşama kadar nefes seansındaydık. Nefes eğitmeni sürekli nefesimizi açtı. Sonra bize biraz koçluk yaptı. çok güzel bir şey ama etkisi 1-2 ay sürdü. Ondan sonra ben sorgulamaya başladım. çünkü o iki aylık süreçte çok mutluydum ve adeta bulutların üzerinde gidiyordum. Ne oldu ne değişti diye sorgulamaya başladım. Baktım rutinlerime geri dönmüşüm. Sonra 30’unda herkesin başına gelen şey ortaya çıkıyor. “Hayat bu olmamalı, hayatın anlamı bu değil, saat 8’den 5’e kadar çalışıyoruz eve geliyoruz. Bir hayat var akışında gidiyor biz hayatın neresinden tutuyoruz. Ben böyle mi hayat istiyorum” diye düşünmeye başladım. Bir de sürekli tekrar eden bazı şeyler vardı hayatımda. Bu katıldığım eğitimler o tekrar eden şeylere mercek tutmayı öğretti. Sonra bir koçluk eğitimi aldım. Pcc seviyesinde bir koçum ben. ICF Koçluk Federasyon üyesiyim aynı zamanda. Koç olabilmenin uzunca bir eğitim süreci var. O eğitim sürecinin sonunda practices diye 6 aylık bir ayrı süreç var. Ses kaydı alıp yolluyorsunuz Kanada’ya. Bu ses kaydı ile koçluk yapıp yapamayacağınızı değerlendiriyorlar. çünkü özellikle son dönemlerde çok fazla koç var.
Peki, Koç tam anlamıyla ne yapar? Kişinin hayatına göre tavsiyeler mi verir?
D.G.: Evet, böyle bir anlayış var. Ama koçluk bu değil. Kişiye tavsiyelerde bulunan bir seviye değildir. Tamamen kişiyi aynalamaya çalışan bir süreç ve bir yol arkadaşlığıdır aslında. Koçluk eğitimi aslında benim kendi kendime koçluk yapmamı sağladı. Kendi içimde bir sürü şeyi çözdüğümü düşünüyorum. Hala devam ettiğim bir süreç var. Devam da edecek… Şimdi Regresyon eğitimiyle uğraşıyorum. Ayrıca iki sene önce Barış’la Kemal İslamoğlu’nun bir eğitimine gittik. Hatta ateş üstünde yürüdük. ‘Hayatın direksiyonuna geç’ adlı bir eğitim programıydı. çok keyifliydi.
“İNSAN BEYNİ BEDENİNE HüKMETTİĞİ SüRECE BİLMEM KAç DERECE ATEŞTE DAHİ YüRüMEYİ BECEREBİLİYOR”
Ateşte yürürken hiç yanmadınız mı?
D.G.: Yanmadık, çok güzeldi. İkincisinde gittiğimizde asistanlık yaptığımızda asistan olduğunda öyle bir şey ki bir görev için oradasın ya eğitime katılanlar gibi kendini eğitimin içine bırakamıyorsun. çünkü sürekli bir şey yapman lazım. Sağı solu koordine etmen gerekiyor. O arada biz de yürüyelim dedik. Ama bir şeylerin önce içselleşmesi gerekiyor. öyle yürüyelim deyince olmuyor. Yürüyüşü yapmadan önce içselleşip kendini motive etmen gerekiyor. İkimiz birlikte yürüyelim dedik ve yürürken yandık.:) Ama biz ilk deneyimimizde şunu gördük; insan bedenine hükmettiği sürece bilmem kaç derece ateşte dahi yürümeyi becerebiliyor. Yani beyinin böyle muazzam bir performansı var. Ama biz onu sürekli yapamazsın, edemezsin, böyle bir engel var, sen buna layık değilsin, yeteri kadar bilgin yok diye sürekli negatif engellerle hayatımızın önüne duvar örmeye çalışıyoruz. Aslında duvar bizim yarattığımız o etiketler, varsayımlar… Halbuki beyne hükmettiğin zaman ateşin üstünde de yürüyorsun, camların üstünde yürüyebiliyorsun bunların hepsi sana ‘yapabilirsin, engelin yok’ demeyi gösteriyor.
Barış Bey, siz aldığınız eğitimleri hayatınıza ne şekilde adapte ettiniz?
B.G.: Yolculukta bazı duraklar vardır. Bu duraklardan bir tanesi de 30 yaş, diğeri 40 yaş. Onları da yavaş yavaş aşa aşa gidiyoruz. O durakların arasında yaptıklarımız aslında hayatın ondan sonrasıyla ilgili belirleyici oluyor. Bazen büyük bir yazar öldüğünde çok hüzünleniyorum. Hiç tanımasam da bir kitabını okumak yetiyor. çünkü tümüyle tanımış oluyorsunuz. En son Yaşar Kemal öldüğünde bunu hissetmiştim. Hiç ölmeyecek adam. Biz öleceğiz, çocuklarımız ölecek ama Yaşar Kemal yaşamaya devam edecek. Katma değer odağında bir işte çalışıyorum ben. Benim derneğimin üyeleri yüksek katma değerli mobilya üretiyor. Benim de hayatımın bir süredir düsturu, kendim acaba çevrem, ailem olmak üzere ne tür katma değer üretiyorum, nasıl üretebilirim? çünkü sınırlı bir biyolojik süremiz var. O süreyi doldurduktan sonra da sadece acaba ‘iyi bilirdik’ denmesi yeterli mi insanın arkasından. Sanki bu benim için yeterli değilmiş gibi geliyor. Eski fotoğraflarıma bakıyorum, büyüklerimin eski fotoğraflarına bakıyorum ailemizden bir atom mühendisi çıkmamış, Nobel ödüllü yazar çıkmamış ama iyi insanlar çıkmış. Ama iyi insanı sadece o kadar iyi insan hatırlıyor. Acaba benim hem iyi bir insan hem de bir şeyler üretmiş; bir şeyler katmış bir insan olarak bu dünyadan göçme şansım nedir? Onun için çalışıyoruz. Benim gözbebeğim M-Live adında bir dergimiz var. O dergiye çok amatör yazılar yazıyorum. Benim ölçeğimde tasarımla ilgili ki hiç alanım değildir. Ben uluslararası ilişkiler ve siyaset mezunuyum. O yazıları derleyip toparlayıp bir kitapçık haline getirdim. 100 tane bastırdım. Biri annem için bir tane babam için birer tane sevdiğim dostlarım için diye. Beni belki 20 yıl sonra sararmış sayfalarıyla anabilecekleri bir şey olsun istiyorum. Hayata öyle bakıyorum artık. Ne verebiliyorum? Geldiğimiz yerde yürüyebildiğimiz kadar hızlı ama paylaşabildiğimiz kadar güzel yaşamak lazım. Ben o yönden çok şanslı hissediyorum kendimi. çevremde çok iyi insanlar var. Aldığımız eğitimler ve Dilek’in açtığı kapılar hem beni büyüttü hem de zayıflattı. çünkü görgü ve sadece okuduklarınla, tahsilinle değil; annenden babandan ananenden dedenden gelmeli ve bunu hazmetmelisin. Aldıklarımın bir kısmını hazmedemediğimi çok iyi anladım bu eğitimlerle. Yavaş yavaş kendime has kibrimin, küstah duruşumun aslında son derece boş adamlara ait olduğunu gördüm. Yavaş yavaş saçımdaki aklarımın artmasıyla zannederim ki olgunluğum kendini belli etmeye başlıyor. öyle bakınca bu eğitimler beni zeminime geri taşıyor. Yani Dilek’in beni tanıdığı döneme taşıyor. Bu eğitimler biraz kendini yeniden tanımak için büyük fırsat oluyor. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Fotoğraflar: Yavuz Kaynar
Mekan:Movenpick Hotel İstanbul