Elif Erdem; sanatını, bilgisini, kökenlerinin dayandığı toprakların sunduğu güzellikleri mücevherlerine aktaran genç bir tasarımcı. Tarihten, doğadan, mitolojiden aldığı ilhamları sanatıyla buluşturup bir mücevher haline getiren ve bunu ‘İliria Jewelry’ koleksiyonları eşliğinde nesillerden nesillere aktarılacak bir sanat eseri olarak sunan Erdem, mücevheri sadece tasarlayıp üretmekle kalmıyor aynı zamanda yaşıyor. Olağanüstü bir kurgu üzerine doğan İliria Jewelery ile hedeflerini de toplumları etkileyecek büyüklükte koyan Elif Erdem, sanat ve tasarım yolculuğunu, İliria Jewelry’nin hikayesini ve hedeflerini Klass’a anlattı.
“Resim alt yapılı olduğum için mücevhere de renk katıyoruz. çünkü ben rengi çok seviyorum. Renksiz bir hayatın var olduğuna da inanmıyorum. Koleksiyonlarımda yer alan parçaları tasarlarken kadınların mutlaka kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri, renkli, nesilden nesle aktarılabilecek olmasına dikkat ediyorum.”
Elif Hanım ressam ve mücevher tasarımcısı olarak iki ayrı kimliğe sahipsiniz. öncelikle resim sanatıyla olan birlikteliğiniz nasıl başladı ve bu birliktelik tasarımla ne şekilde buluştu?
Beykent üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü bitirdim. Ardından da Londra’da Royal Akademi’de plastik makyaj üzerine eğitim aldım. üniversitede okurken İsmail Acar’ın asistanlığını yaptım aynı zamanda. Ve ilk sergimi de yine Acar’ın asistanlığımı bitirdiğim zaman açtım. Resim hayatıma ilk sergimde olmak üzere yurtiçi ve yurtdışında sergi açarak devam ettim. Dedemin vefatının ardından aile mesleği olan mücevhere geri dönüş yaptım. Saint Petersburg’a gidip hem mücevher hem de mine üzerine eğitim aldım. Aynı zamanda Kapalı çarşı’da Murat Miniş’ten tekrar mücevher üzerine eğitim aldıktan sonra markamın alt yapısı oluşmaya başladı.
Markanız İliria Jewelry adını nereden alıyor ve nasıl bir hikaye üzerine kurgulanıyor?
Biz Arnavut kökenli bir aileyiz. İliria ise Arnavutluk demek. Milattan önce ikinci milenyumdaki Bronz çağı’yla Bakır çağı arasındaki döneme deniyor. Tabi ki markamın adını sadece bu yüzden İliria olarak belirlemedim. İliria, anaerkil bir toplumdur. Ve genelde savaşçı bir toplum oldukları için silahlarının kabzaları heykelvari motiflerle süslüdür. Mezar taşlarımızda kabartma işçilikler vardır. Ben de bundan yola çıkarak koleksiyonlarımda daha heykelvari ve 3 boyutlu çalışmalara yöneldim. Bu da bizim daha kreatif yöne doğru ilerlememizi sağladı. İlk koleksiyonumuz ‘Adriyatik’ serisi. Bu seride deniz kabuklarından esinlendim. Adriyatik denizinin içerisindeki liflerden oluştu bunlar. Mücevherlerin hepsi gümüş ağırlıklı. çünkü gramajları çok ağır. Ve kolunuzda bir ahtapot ya da deniz minaresi taşıdığınızı gerçekten hissediyorsunuz. Peki, bu neden mücevher oluyor? Gümüşten farkı nedir diye soracak olursanız; gerçek taşlar ve doğal taşlar kullanarak tasarımları hayata geçiriyoruz ve mine sanatıyla birleştiriyoruz. Pırlantanın yanı sıra değerli taşlar olan zümrüt, yakut, safir ve doğal taşlar olan ruby, ayolayt gibi taşlar da kullanmaya devam ediyoruz. Ve dediğim gibi bizim ve benim için çok önemli olan resim alt yapılı olduğum için mücevhere de renk katıyoruz. çünkü ben rengi çok seviyorum. Renksiz bir hayatın var olduğuna da inanmıyorum. Koleksiyonlarımda yer alan parçaları tasarlarken kadınların mutlaka kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri, renkli, nesilden nesle aktarılabilecek olmasına dikkat ediyorum.
“HER BİR TASARIMIMIZI HİKAYESİYLE SUNUYORUZ”
Peki, hangi kadına hitap ediyorsunuz?
Ben kadını ayırt etmiyorum. çünkü bütün kadınlar benim için çok değerli ve zevklidir. Eminim koleksiyonumda da her kadına ve her kesime hitap eden modeller olacaktır. Sanatsever, sanata değer veren ve estetik gözü olan her kadının keyifli kullanacağı tasarımlarımız var. Ayrıca biz koleksiyonlarımızı İliria ve İliria Exclusive adı altında iki ayrı bölümde sunuyoruz. Bu iki koleksiyonda her kadının kendinden bir şeyler bulabileceği parçalar mevcut. Bir de biz butik bir atölyeyiz. Nuruosmaniye’de bir atölyemiz var. Ermeni ustalarla çalışıyorum. O ustalar 3 kuşaktır benimle ve ailemle beraber çalışıyorlar. Butik çalıştığımız için kişiye özel çalışmalar yapıyoruz. Kişinin burcunu, sevdiği rengi, hayatındaki bir dokunuş, bir an, bir nesne, bir tat, bir kokudan yola çıkarak ona özel tasarımlar hayata koyabiliyoruz. Zaten koleksiyonlarımızın birçok parçasını mitoloji, tarih, doğa ve dinsel objelerden esinlenerek yapıyoruz. İlham aldığımız her şey hem doğadan hem de tarih sayfalarından geliyor. Her bir tasarımımızı hikayesiyle sunuyoruz. Tasarımlarım ve mücevherlerimin gücüyle kadınlara ulaşmak istiyorum.
Peki, o ulaşım mecraları neler olacak?
Şu an butik atölyemizin dışına çıkmak istemiyoruz. Kişi atölyemize gelsin, deneyimlesin, tatsın istiyorum. Kişinin kendi zevkine göre ürünler yapıyoruz ve markamız ilerleyen zamanlarda kendini ve konumunu insanlarla paylaşacaktır.
Her bir ürünü bir sanat eseri kıvamında sunuyorsunuz. Peki, bu sanatçı kimliğinizi anlatmanızı istersek kendinizi nasıl tanımlarsınız? Ya da sizi takip edenler sizi nasıl bir sanat olarak adlandırıyorlar?
Detaycı, minimalist, herkesin ruhunu okşayabilecek; özgün ve farklı parçaları bir araya getirip geleneksel motifleri modernizasyona sokan ve var olmayan şeylerin peşinde koşan bir sanatçı olarak adlandırıldığımı söyleyebilirim.
“NİHAİ HEDEFİM BELLİ MECRALARDA BULUNDUKTAN SONRA İLİRİA’NIN BİR VAKFA DöNüŞMESİ”
İliria çok güzel bir hikaye üzerine kurulmuş özel bir marka. Peki, markanızla birlikte nihai hedefiniz nedir? İliria ileride nerede olmalı?
Nihai hedefim belli mecralarda bulunduktan sonra İliria’nın bir vakfa dönüşmesi… çünkü benim için çocuk onkolojisi ve çocuk pediatrisi çok önemli. İliria kazandıkça birçok çocuğa da yardım etmesi hedefimiz aslında. İliria’nın kuruluş amacı oydu. Ve aynı zamanda tarih sahnesine de geçebilecek ve antika parçalar olabilecek ürünler yapmaktı. Gönlümden kopan Moma’da bir Van Cleef Arpels ya da Jar gibi bir mücevher roomunun olmasını istiyorum. Asıl hayalim ve hedefim bu.
Yeni bir sergi olacak mı? Sanat çalışmaları devam ediyor mu?
Resmi artık daha çok hobi amaçlı demiyim ama ruhumu okşaması için yapıyorum. çünkü resimden para kazanmak demek bir zaman sonra onun makineleşmesi demek. O zaman sanat yapmamış oluyorsun. çünkü ben tuvalle karşı karşıya geldiğim zaman onunla bir bütün olup bir günü, bir hayatı, bir zamanı yaşıyorum ve bu bir anda olabilecek bir şey değil. Yakın dönemde bir sergi düşünüyorum. Ama bu sergiyi mücevherle beraber yapmayı hedefliyoruz. O yüzden önümüzde 4-5 ay kadar daha yolumuz var.
“ZARAFETİ VE ŞIKLIĞI İNSANLARA ERGONOMİYLE BERABER SUNUYORUZ”
Peki İliria mücevherleri özel günler için tasarlanan mücevherler mi? Günlük hayatımıza adapte edebilir miyiz?
Günlük hayatta da kullanılabilir aslında. Coco Chanel’in bu konuda güzel bir sözü var aslında; ‘Moda geçer, stil kalır.’ Bu aslında stille alakalı bir durum. Tabi ki de bütün modayı yaratan insanlar… Gün içerisinde senelik bir moda döngüsü var. Ama modaya ben ayak uydurmuyorum. Geleceğin antikalarını yapıyoruz diyebiliriz. Ben kendi modamızı yaratıyorum. Bu bir yaşam stili. Eğer siz spora giderken de İlıria’nın deniz minaresi yüzüğünü takmak istiyorsanız 8 gram takabilirsiniz. çünkü bizim için onun ağırlığı demek onun kullanışsız olduğu anlamına gelmiyor. Ben kendim rahatlığıma düşkün olduğum için kendim kullanabileceğim; sporda, yüzerken, davette, çocuğumun okulunun ziyaretine giderken, bir dernek toplantısı, arkadaşlarımın arasında bir gün gibi… Yani hem ergonomisi hem de görünüşü açısından kadınlara rahat ettirebileceğim bir sunuş sergiliyorum. Zaten o yüzden zarafeti ve şıklığı insanlara ergonomiyle beraber sunuyoruz.
“10 çEŞİT KADIN VARSA HER 10 KADINI ANLATAN BİR HİKAYEMİZ VAR BİZİM”
Biraz da İliria ve İliria Exclusive koleksiyonlarında yer alan parçalardan örnekler verir misiniz?
Mesela İliria Exclusive altında yer alan Adriyatik serisinde deniz kestanesinin dikenlerinin dökülmüş halinde olan yüzüklerimiz var. Deniz minaresi şeklinde kolye ve küpelerimiz; eklem yüzüğü diye tarif ettiğimiz balık şeklinde eklemli yüzüklerimiz var. Falezlerin arasına saklanmış ufak bir balık var. Bu falezlerin üstüne de genelde Türk piyasasında pek kullanılmayan özel kesim üçgen taşlar dediğimiz trilyon ve rubyler kullandık. Genel ağırlık zaten doğal taşlara yönelik. Ruby yakutun en üst madenidir. Kırmızılıktan pembeye doğru açan bir hal alıyor. Mesela İliria koleksiyonumuzun içinde yer alan Gizli Bahçe adlı bir serimiz var. Gizli bahçenin de her bir çiçeğin ne manaya geldiğini orada açıkladık. Zambağın aslında mitolojiden geldiğini; Afrodit’in çocuğu emzirirken göğsünden akan bir sütten esinlenerek zambağın tohumunu da aslında topraktan çıkarken içinden bir süt çıktığını ve yaradılışın sembolize olduğunu göstererek zambağı takıyla buluşturduk. Biz ailece Balkan Göçü’nde Edirne’ye geldik. Ay çiçeği Edirne’de çok meşhur olduğu için ve çok fazla üretildiği için bu koleksiyonumuzda ay çiçeği yer alıyor. Ya da Nilüfer, bataklıklardan gelen ama aslında temiz suda yaşayan Nilüfer… Yani burada bir ironi ve dilemma var. Her bir tasarımımızın bir hikayesi ve konusu var. öylesine ya da dogmatik çalışmalar olmadı. Günlerce araştırılarak, her bir kadını anlatan çalışmalar oldu. Hikayeler önce yazıldı ondan sonra bunlar için özel tasarımlar yapıldı ve ondan sonra gidip taşlar alındı. Taşları da Hong Kong’tan Hindistan’dan ya da Belçika’dan alıyoruz. O taşlar alındıktan sonra masaya atıp hikayelerle veya tasarımlarla beraber onun üzerine kesimler yapılıyor. Yani 10 çeşit kadın varsa her 10 kadını anlatan bir hikayemiz var bizim.
İliria’nın logosunda yılanlar var. Bu yılanlar tasarımlara yansıyor mu?
Bir seferde 40 tane çocuk doğurduğu için ve gücü sembolize ettiği için ana erklilikten geldiğinden dolayı, bereket ve gücün sembolü olduğu için logomuzda anakonda yılanı kullandık. Anakonda yılanını tasarımlarımızda da kullandık. Gizli Bahçe koleksiyonumuzda anakondaya yer veriyoruz. çünkü bu koleksiyon Büyük İskender’in doğduğu topraklarda yaşayan İlirialıları anlatıyor. Büyük İskender ile ilgili yapılan filmlerde de yılan figürüne çok rastlarsınız.
“MİNE SANATINDAKİ AYRICALIĞIM BİRDEN FAZLA RENK KULLANABİLMEM”
Sizin bir diğer önemli özelliğinizde mine sanatına kendi yorumunuzu katmanız. Bu önemli yeteneğinizden ve sanatınızdan bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de çok fazla mücevhere ehemmiyet verilmiyor. Dolayısıyla mücevher sanatçısı yetişmiyor. Kapalı çarşı’da da özellikle ne sanatçı ne de zanaatçı yetişiyor. Mine sanatı da Türkiye’de çok fazla kullanılan bir şey değil. Ya yurtdışında benim gibi Faberge’den eğitim almak zorundasın ya da deneyimli ustalardan almak zorundasın. Ama genelde bu ustalar sana tam teşekküllü mine sanatını anlatmıyorlar. Benim zaten asıl çıkış noktam mineden geldi. Mine, milattan önce başlayan ve Mısırlıların bulduğu sanat. Sıcak ve soğuk mine olmak üzere iki ayrı yöntemde sahiptir. Yurtdışında Van Cleef&Arpels ve Frey Wille soğuk mineyi kullanıyorlar. Ben ise bu kullandıkları soğuk mine tekniğini biraz daha değiştirdim. Normalde sıcak mine 700 derecelik fırında 2 boya kaynaştırılarak yapılabiliyorsa ya da soğuk minede sadece 2 boya kullanılabiliyorsa benim kullandığım mine sanatındaki ayrıcalığım birden fazla renk kullanabilmem. Bu bana has bir teknik. O yüzden benim yaptığım ürünlerdeki o renk cümbüşü, parlaklık taşlarla birleştiği zaman ahenk kazanıyor. Yoksa mine daha düz ve tek boyutlu bir şey. Ben tek boyutlu bir şeye 3 boyutlu can veriyorum. Bu tek tek kıl fırçalarla yapılan bir sanat. İlerideki hedefim Arnavutluk İliria üniversitesi’nde mücevherle alakalı bir bölüm açmak. çünkü onlara bunu kazandırmak istiyorum. Aynı zamanda da kendi memleketimde Türkiye’de de mücevherden dolayı istihdam sağlayıp gençlere el vermek istiyorum. Yani asıl kişisel hayalim Moma’da bir sergi açmak ve Moma’da bir mücevher rooma sahip olmak ama bir yandan da bir sanat fabrikası kurmak istiyorum. Hem resim hem mücevher altyapılı insanlar yetiştirip mine sanatının devamlılığında rol oynamak istiyorum. Ben bu sanatı insanlara öğretebilirim. çünkü ne kadar el verirsek o kadar da ülkenin kalkınmasına katkı sağlayabiliriz. Nasıl ki mücevherlerim nesilden nesle ulaşsın istiyorsam sanatımı da aktarmak istiyorum. Benim hayat felsefem eğer bu dünyaya geliyorsam bir dikili ağaç bırakmamız gerektiği yönündedir. Bende sağlık ve eğitim konusunda elimden ne geliyorsa yapılması için sanatımla var olarak insanlara el vermek istiyorum. Bu benim ve markamın misyonudur.
Fotoğraflar: Ahmet çevik
Mekan:çırağan Palace Kemphinski