Çağdaş Sanatın Amacı; Bir Düşünce Ortaya Koyup İnsanları Düşündürmektir

Çağdaş Sanatın Amacı; Bir Düşünce Ortaya Koyup İnsanları Düşündürmektir Çağdaş Sanatın Amacı; Bir Düşünce Ortaya Koyup İnsanları Düşündürmektir

Maide Kurttepeli C24 Gallery ve sanat için yaptıkları çalışmaları ve hayata bakış açısını Klass’a anlattı...

 

Maide Kurttepeli’nin yaşamında kusursuzluk diye bir şey yok. Aksine O; kusurlarla güzelleştiğimizi, kusurların bizi beslediğini ve tüm yeniliklerin, icatların ve güzelliklerin kusurlar yüzünden ortaya çıktığı düşüncesini savunuyor. Ama dış görünümüne baktığınızda ve onunla ettiğiniz kısacık bir sohbette dahi onun ne kadar da kusursuz bir kadın olduğunu görebiliyorsunuz. Bu kusursuzluk onun doğasında var. Ruhunun güzelliği dışına yansıyan, çalışkan, herkes hakkında iyi düşünebilen ve gerçekten kötülere ve kötülük yayanlara düşman olabilecek güçlü bir ruha sahip. Son zamanlarda kendisini sanata verdi ve dünyanın sanat konusunda beşiği olan New York’ta eşi Emre Kurttepeli’nin girişimci ruhuyla açtığı C24 Gallery için çalışmalarına devam ediyor.

 

Maide Kurttepeli ile 2017’nin son sayısında yakın dostu olan ünlü modacı Bahar Korçan’ın tasarımları eşliğinde Galata sokaklarında çok keyifli bir çekim yaptık ve kendisiyle C24 Gallery ile yaptıkları başarılı çalışmaları, hayatla ilgili düşüncelerini ve hayattan beklentilerini Klass okurları için konuştuk.

 

 

 

 

 

“çağdaş sanatın amacı; bir düşünce ortaya koymak, insanları düşündürmek. Eskiden klasik resimlere bakıyorduk, beğeniyorduk. Ama çağdaş sanat çok büyük sorumluluklar üstleniyor. Bugün sen politik olarak söyleyemediğin bir şeyi sanatçı diliyle çok güzel büyük kitlelere ulaştırabiliyorsun. Sanatın da böyle bir gücü var. O anlamda önemli. Tabi bunu doğru ağızdan doğru yerlerde doğru şekillerde yapılması lazım.”

 

 

 

“Benim daha avangard bir tarzım vardır Bahar Korçan da öyle çalışmalar yapar. Daha farklı, daha düz çizgileri olan ama kendi içinde şaşırtmacaları olan çok güzel şeyler yapar. Bazen düz ve sakin olan bir şeyin içerisinde şıklığı yakalamak zordur ve Bahar bu zoru başarabilen bir değerdir.”

 

 

 

“Ben hep kendi kendime mutlu uyanmayı, kendimi bunca kötülük arasında güzel şeyler yakalayarak, iyi dostluklar ve güzel insanlar tanıyarak hayata bağlıyorum. Evet dünyada kötülükler oluyor ama dünyada kayda değer çok güzel insanlar da var. çok güzel sevgiler, duygular, hobiler var. Keşke biraz daha insanlar olarak bu güzelliklere odaklanabilsek.”

 

 

 

“Umarım milletimizin büyük bir kısmı olarak kendimiz gibi olmayanlara; hem fiziksel hem ruhsal hem de cinsel anlamda bizlere benzemeyen insanlara empatiyle yaklaşmayı öğreniriz. Kesinlikle empati kurmamız gerekiyor.”

 

 

 

“Mesela hedef konulmuş evlilikler gördüm. Bizimkisi de hiç hedef konulmayan bir evlilikti. çevre tarafından nasılsa bu evlilik biter gözüyle bakılan bir evlilikti. çok şükür uzun yıllardır çok güzel bir evliliğim var. O yüzden plan yapmamaya zaten ben genç yıllarda inanıyordum. Şöyle söyleyeyim; iş ya da evlilik için birileriyle birlikte gönül verip iyi niyetlerle yola çıkıyorsanız geçte olsa güzelliklere varıyorsunuz.”

 

 

 

“Cillop gibi pırıltılı, parlak şeyleri sevmiyorum. Nitekim ki insanların hayatını da öyle görüyorum. Başarılarımız var, başarısızlıklarımız var. Olduğu gibi o kumaş neyse o kumaşı olduğu gibi giymeyi seviyorum. Bu da benim cildim, tenim. Bu da benim gerçek yaşım ve gerçek kıyafetim aslında. Bana da onu en iyi şekilde taşımak düşüyor.”

 

 

 

 

 

Zaman hızlı geçiyor, koskoca bir yılı daha geride bıraktık. 2017 yılının sizin için iş anlamında oldukça yoğun geçtiğini biliyoruz. öncelikle ortağı olduğunuz C24 Gallery için 2017 yıl nasıl bir yıldı?

 

2017 iş konusunda güzel gelişmeler yaşadığımız bir yıldı. Biz en son İstanbul Contemporary Fuarı’na katıldık. Aralık ayının başında da C24 Gallery olarak Miami Fuarı’na katılıyoruz. Açıkçası galeri tarafında çok güzel gelişmeler oluyor. çok yeni iki sanatçıyı programımıza aldık. Bu sanatçılardan bir tanesi Video Art Sanatçısı Tommy Hartung. En son Whitney Biennial’ine katıldı. Bir de Hırvatistan’lı bir sanatçı olan Victor Popovic bünyemizde yer alıyordu. Onun da çok güzel müze programları oldu. En son Zagreb Müzesi’nde sergisi yayınlandı. Açıkçası son zamanlarda böyle müze programları ağırlıklı olan sanatçılara daha ağırlık veriyoruz biz de. Onun dışında zaten C24 Gallery kurulduğu günden beri çok güzel başarılar yakalıyor. Biliyorsunuz son üç senedir dünyadaki en iyi 500 galeri içinde yer alıyor. O yüzden bu bizim için çok mutluluk verici. Artı olarak bize ait olmayan bir mecrada C24 çok güzel bir gelişme kaydetti. Bu açıdan çok mutluyuz.

 

 

 

Peki, Türkiye’de bir sanat galerisi yatırımınız yokken bir anda New York’a gidip sanat konusunda çok iddialı olan bir bölgede galeri kurma düşüncesi nasıl oldu?

 

İşte burada eşim Emre Kurttepeli’nin girişimcisi yönü devreye giriyor. Emre, çok girişimci bir adam. Girişimciliğin karakteri sanırım böyle oluyor; hiç ummadığın bir alanda pat diye yer alabiliyor. Girişimcilerin ortak özelliği bu bence. Mesela girişimci bir ruha ve zekaya sahip olan bir mimarı başka işlere yöneldiğini görebiliyoruz. Hiç bilemediğimiz, tahmin etmediğimiz alanlara yatırım yapıp fark yaratabiliyor. Bizimkisi de öyle oldu. Tamamen Emre’nin girişimci yapısından dolayı C24 Gallery start aldı. Zaten aileden dolayı bir koleksiyoner tarafımız vardı. Sanat her zaman onun doğduğundan beri hayatında vardı. Ben de sanata çok aşık bir insanım. Şimdi müzeleri gezip dolaşabiliyorum. İnsan bazen bir şey olmayınca onun var olup olmadığını anlayamıyorsunuz. İzmir’de biz büyürken müzeler vardı da biz mi gitmedik?:) Yani bugün Köln’e gidiyorsun küçücük Köln kasabasında dünya kadar müze var. İnşallah bizim ülkemizde de bu tarz müzecilik artar diye düşünüyorum. Belli bir kesimde sanat anlayışı her zaman vardı ama bunun daha geniş halkalara ulaşması lazım. Biraz halka doğru daha iyi ulaştırılması gerekiyor diye düşünüyorum. Mesela İstanbul Bienali vardı. Ben onun çoğunu gezdim. Yine Contemporary Istanbul yapılıyor. Eminim sanata meraklı birçok insan bu tarz organizasyonları kaçırmıyor. Ama bunlar gibi şeylerin sürekliliği ve daha fazla olması gerektiğine inanıyorum. İnşallah önümüzdeki yıllarda bu bilinç daha da artar.

 

 

 

“çAĞDAŞ SANATIN AMACI; BİR DüŞüNCE ORTAYA KOYMAK, İNSANLARI DüŞüNDüRMEK”

 

Dünya genelinde galerileri geziyorsunuz. İlla ki iş için de geziyorsunuz buraları ama sergileri gezerken neler hissediyorsunuz.

 

Her gün bambaşka bir şey öğreniyorsun. Farklı sanatçılar, farklı ülkeler, farklı beyinler, farklı ruhlar hepsi bir yerde. özellikle de Amerika, çağdaş sanatın beşiği bence. New York bu konuda gerçekten hem fuarlar olsun hem galeriler anlamında çok güçlü. Mesela normalde New York’u günde 5 milyon turist ziyaret ediyormuş. Şimdi bakıyorsunuz bizim Nişantaşı gibi bir yerde galerimiz olsaydı normalde Nişantaşı gibi bir yerdeki galeriyi aylık gezme sayısı ortalama 500 kişiyken New York Chelsea bölgesindeki bizim galerimizi günde 500 kişi geziyor. Aradaki fark çok büyük. O sergileri gezerken açıkçası şunu görüyorum; Türkiye’de çok iyi ve güçlü sanatçılarımız var. Biz o furyayı eskiden kaçırmışız. Bize bir sürü şey daha sonradan gelmiş. Avrupa’ya gidip orada beslenip Türkiye’ye geri dönen çok meşhur sanatçılarımız var. Şu anda güncel sanatçılar anlamında bizim sanatçılarımız da en az Avrupa ve Amerika’dakiler kadar günümüzü yakalayan, çok değerli isimler. çok başarılı buluyorum ben. Bu bizim açımızdan sevindirici. üzücü olan tarafı da devletin desteklemesi lazım. Bunların sergilerinin yapılacağı yerler bulunması lazım. Yurtdışındaki galerilerin de temsil edilmesi lazım gibi bir sürü yan element var. Ama bunlar sanatçıların kariyerlerini olumlu yönde etkileyecek şeyler. O yüzden de önemli bu açıdan. Nasıl bir çıkış ve yön bulurlar bilmiyorum ama ülkemizde yaşayan çok çok değerli iyi sanatçılar görüyorum. Ve o bütün sergileri gezerken de hissettiğim şey ‘inşallah bizim sanatçılarımız da dünyaya açılır’ diye diliyorum. Ama çok zor bir şey. çünkü çok büyük bir yarış var, çok fazla sanatçı var. Bütün Contemporary sanatçılarının da Amerika’daki sergilerde yer alması çok güç oluyor. Orada çok müthiş bir mücadele var. Yurtdışında gezdiğin sergilerde görüyorum ki çok derin, beyni anormal temiz, çok güçlü inanılmaz sağlam sanatçılar var. Mesela bir sanatçı hem resim yapıyor hem video art yapıyor hem fotoğraf çekmiş hem enstalasyon hazırlamış hem bir heykel yapmış… Bu çok müthiş bir enerji, süper bir kabiliyet. Evet belki hepsini tek başına oturup yapmıyor ama önemli bir düşünce ortaya koyuyor. O düşünceyi belki başkalarına yaptırıyor olabilir. Ama sonuçta toplamda totalde baktığında günün sonunda bir düşünce ortaya koyuyor. Zaten çağdaş sanatın amacı; bir düşünce ortaya koymak, insanları düşündürmek. Eskiden klasik resimlere bakıyorduk, beğeniyorduk. Ama çağdaş sanat çok büyük sorumluluklar üstleniyor. Bugün sen politik olarak söyleyemediğin bir şeyi sanatçı diliyle çok güzel büyük kitlelere ulaştırabiliyorsun. Sanatın da böyle bir gücü var. O anlamda önemli. Tabi bunu doğru ağızdan doğru yerlerde doğru şekillerde yapılması lazım.

 

 

 

“çOK BüYüK MODACILARIN HER ZAMAN VE HER DAİM SANATLA MUTLAKA çOK YAKINDAN BİR İLİŞKİLERİ OLUR”

 

Siz belli tarzı olan bir kadınsınız. Sizin için moda ne ifade ediyor ve modayı sanatla ilişkilendirebiliyor musunuz?

 

Aslında modayı yapan yani tasarımı yapan kişinin algısıyla beraber modayla sanatın birbiriyle ilişkili olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Mesela çok kısa süre önce Christian Dior’un sergisini gezdim. Geçmişten bugüne retrospektif bir sergisiydi. çok etkilendim. Açıkçası ben hiç bilmiyordum; Christian Dior daha moda dünyasına atılmadan önce 10 sene kadar galericilik deneyimi olmuş. Ve bütün bu modacılık haute couture kıyafetlerde de sürrealistlerden çok etkilenmiş. Onların tablolarına kumaşlara baskı yaptırmış onlara houte couture kıyafetler dikmiş. Bunların hepsi çok güzel. Aslında biz şimdi gibi görüyoruz ama mutlaka o çok büyük modacıların her zaman ve her daim sanatla mutlaka çok yakından bir ilişkileri olur. çünkü yaratıcılık anlamında hepsi birbirini besleyen olgular.

 

 

 

Sizinle Galata sokaklarında çok keyifli bir çekim yaptık. Ve çekimlerde yakın dostunuz Bahar Korçan’ın tasarımlarını giydiniz. Ne ifade eder Bahar Korçan sizin için?

 

Buradan Bahar Korçan çok iyidir demek yerine onunla olan dostluğuma değinmek istiyorum. Bahar’la biz onun çok daha yeni başladığı dönemlerde tanışmıştık. Ben de o zaman mankenlik dönemimde en iyi dönemimi yaşıyordum. öyle tanıştık. çok defilelerine çıktım ben Bahar’ın. Hep kariyerden bahsederiz ya, ben gerçekten şunu da belirtmek istiyorum; dışardaki insanların moda dünyasına, modellere ve modacılara çok enteresan bir bakış açısıyla karşılaşıyorum. Şunu söyleyebilirim ki benim dönemimde biz mankenlik yaparken bizlerle çalışan Yıldırım Mayruk olsun, Cemil İpekçi, Ahmet Erarslan, Mehmet Köymen gibi bir sürü modacı ya da İpekyol, Roman gibi markaların yöneticileri ile o kadar dostane, saygılı, sıcak, içten dostluklar edindim ki ben orada. Hiç dışardan zannedildiği gibi keşmekeş, zannedildiği gibi saçma sapan bir ortam değildi. Son derece insanların canla başla çalıştığı bir dönemden bahsediyorum. Bu insanlar bu işin yaratıcılık kısmında yer alıyorlar. Bu kişiler tasarım anlamında kendilerini kabul ettirene kadar çok zorlandılar. Yine markalar üretici olarak çok ağır yollardan geçtiler. Ama her biri çok güzel işler ortaya koydular. Ve aralarında çok sevdiğim hakikaten çok kıymetli eşi benzeri olmayan insanlar vardır. Bahar da benim için onlardan bir tanesi. Ben hakikaten burada bırakın bir iş arkadaşını bir kız kardeş edindim gibi görüyorum. Kendisini çok severim, ayrı severim. İş sonra geliyor benim için. Ama zaten Bahar ilk başladığı günden bugüne kadar kendini son derece iyi kanıtlamış ve Türkiye’nin en iyi modacılarından bir tanesi. Tasarımlarını inanılmaz bir keyifle giyiyorum. çünkü tarzımla çok bağdaşıyor. Daha avangard bir tarzım vardır o da öyle çalışmalar yapar. Daha farklı, daha düz çizgileri olan ama kendi içinde şaşırtmacaları olan çok güzel şeyler yapar. Bazen düz ve sakin olan bir şeyin içerisinde o şıklığı yakalamak zordur ve Bahar bu zoru başarabilen bir değerdir. Bahar’ın yaptığı hiçbir şeyde şakır şukur renkler ya da allı pullu şeyler yok. O da kötü değil ama tarzı değil. Ben de o tarzdayım. Yani üzerimde bir şey marka olarak bağırsın istemem. Ama onu bilen bilir. Onun zarafeti, asaleti öyle dursun isterim. çünkü çok fazla marka bağıran bir şey beni mutlu etmiyor.

 

 

 

“KENDİMİ BUNCA KöTüLüK ARASINDA GüZEL ŞEYLER YAKALAYARAK, İYİ DOSTLUKLAR VE GüZEL İNSANLAR TANIYARAK HAYATA BAĞLIYORUM”

 

Peki 2017 yılına geri dönecek olursak sizce bu yıl dünya için nasıl geçti?

 

Açıkçası ben umutsuz değilim ama son zamanlar dünyasını maalesef çok iyi görmüyorum. Kıyamet koptuğu zaman olacak denilen her şey şu an sanki oluyor. Bence gerçek bir kıyameti yaşıyoruz. İnşallah bir an önce biter bu kıyamet. Hakikaten çok üzülüyorum. çocuklara yapılan eziyetlere, kadınlara karşı yapılanlara ve hayvanlara yapılan eziyetlere çok üzülüyorum. İnşallah bu 2017 ile son bulur ve tekrar insanlık kendini bulur. İnsanlar olarak dünyaya verdiğimiz zararın ciddiyetini görüyor musunuz? Yağmur yağıyor kafamıza resmen koca koca taşlar yağdı, tsunamiler oluyor. İnsanlar çıldırmış gibi. çocuklar tecavüze uğruyor, hayvanlar tekme ile kovuluyor, küçük çocuklar haşlanıp yediriliyor. Yani bu kıyamet değil de nedir? Bence gerçek kıyameti yaşıyoruz. Kendi hayatımızdaki ailemizden, dostluklarımızdan, hobilerimizden aldığımız zevklerle ancak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Yoksa dışarıda geçekten çok acayip bir dünya var. Ve o dünyanın içerisinde biz nerede yer alıyoruz bilmiyorum. Ben hep kendi kendime mutlu uyanmayı, kendimi bunca kötülük arasında güzel şeyler yakalayarak, iyi dostluklar ve güzel insanlar tanıyarak hayata bağlıyorum. Evet dünyada kötülükler oluyor ama dünyada kayda değer çok güzel insanlar da var. çok güzel sevgiler, duygular, hobiler var. Keşke biraz daha insanlar olarak bu güzelliklere fokuslanabilsek. Bana gelirsek 2017 sonuna doğru talihsiz şeyler yaşadım. çok kötü bir şekilde düştüm, ayağım çatladı, yan bağlarım yırtıldı. Ama bu olayla birlikte sağlığın ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Artı olarak handikap yaşayan insanların ne kadar zorlandığını, insan başına gelmeyince anlayamıyor. Mesela kolunuza bir şey olduğu zaman bir askıya alıp istediğiniz yere yine gidebiliyorsunuz ama bacağınıza bir şey olduğu zaman tuvalete gidemiyorsun, duş alamıyorsun. O yüzden ben eskiden de engelli kişilere çok saygı duyardım ama bir de onların yaşadıklarını iki ay gibi bir sürede yaşayan bir kişi olarak gerçek manada onların gözünden hayata bakıyorum. Mesela tekerlekli sandalyeyle yaşayan bir insan için yollar hiç güzel değil. O yüzden Türkiye’de bir sürü handikabı olan insanlar evlerde yaşıyorlar. Ama onların da dışarı çıkma hakkı var. Onları bırakın normal insanlar için bile yürüyüş yolları bile sıkıntılı. İlla ki yolları güzel olan yerler vardır ama herkes oralara gidemiyor. Mesela koltuk değnekleriyle yürüyorsunuz. Mecburen yavaş yürümeniz gerekiyor. Buna çok sabırsız olan insanlar gördüm. Arabadan iniyorsunuz karşıdan karşıya geçeceksiniz arabalar korna çalıyor, insanlar üstünüze üstünüze yürüyor. Gerçekten insanların birbirine olan tahammülü pek yok. Ama bu Avrupa’da veya Amerika’da böyle değil. Oralarda tekerlekli iskemleyle herkes markete gidebiliyor. Yapılan iyi yollar sayesinde kendini bir yere götürmenin dışında bir de ihtiyaçlarını da giderebiliyorlar. çünkü apartmandan çıktığında ona göre eğimli bir yol var. Bizde hiçbir yer öyle değil. İşte bu yüzden onların yakınları o insanları evlerinin içinde tutuyorlar. Bu çok üzücü bir şey. Bu şekilde olup da yeteneklerini kısıtlamak zorunda olan çok insan var. Bu insanlar bu sebeplerden dolayı ne dışarı çıkabilir ne sosyalleşebilir ne kendi temel ihtiyaçlarına yönelik bir şey yapabilir. Bunları da bir kenara bırakalım o kişinin hastaneye gitmesi gerekiyorsa ona göre yer yok, araç yok. Sadece bizler varmışız da onun dışında hiçbir şey yokmuşuz gibi davranıyoruz. çocuklara karşı da böyle. Benim çocuklarım ufakken onları anaokuluna götürdüğüm zaman iki dakika arabayı okulun önünde durdursam çocuğu indirene kadar arkadan korna sesleri gelirdi. Yıllar önce de böyleydi şimdi de böyle. Hiçbir şey değişmedi. Ve ben eminim bir bu kadar zaman yine bir şey değişmeyecek. Ama temel araç ve gereçlerin, bilgilerin, nüansların hepsi eğitimle alakalı. Ben görüyorum eskiden biz otobüse bindiğimiz zaman yaşlı bir insan geldiğinde kalkardık. Şimdi koltuk değneğiyle biri biniyor kimse yerinden kalkmıyor. Kimsenin umurunda değilsin. Yurtdışında herkes kendi başına buyruk yaşıyor diye bilinirdi, bizim bir örf adetimiz var diye düşünülürdü ama artık bu bizde de bitmiş. Umarım milletimizin büyük bir kısmı olarak kendimiz gibi olmayanlara; hem fiziksel hem ruhsal hem de cinsel anlamda bizlere benzemeyen insanlara empatiyle yaklaşmayı öğreniriz. Kesinlikle empati kurmamız gerekiyor.

 

 

 

“TOPLUMUN EN BüYüK DERDİ EMPATİ YOKSUNLUĞU”

 

Engelliler konusunda çalışan çok güzel sivil toplum kuruluşları var. Bu konuda çok güzel işler yapanlar var. Peki, sizce eğitimin dışında başka neler yapılmalı?

 

İyi ki sivil toplum kuruluşları var. Mesela yollar, özürlü insanların tekerlekli sandalyeleri, koltuk değnekleri gibi ihtiyaçları, onların sosyalleşmesiyle ilgili ne varsa ya da meslek seçimlerinde desteklenmesi gibi yardımlar yapılmalı. Yurtdışında mesela down sendromlu insanları kafelerde çalıştırıyorlar. Bizde tekerlekli iskemleyle bir doktorun muayenehanesinde sekreterlik yapan bir engelli görüyor musunuz? Etrafınızda hiç çalışan bir engelli görüyor musunuz? Bunlara fırsat verilmiyor. Belli prosedürler dahilinde engelliler belli yerlerde çalışabiliyor. Prosedür engel teşkil ediyorsa benim için her türlü engel demektir. Sonuçta adamın zaten engeli var, yaşamsal engelleri de var. Bunun üstüne bir de sen engel koyuyorsun ve bunun adına prosedür diyorsun. Bu genelde hiçbirimizde yok. Bunu bütün halkımıza yedirilmesi lazım, içine işlemesi lazım, empati olması lazım. çocuğunu anaokuluna bırakana kadar arkada çalınan kornalar hiçbir yurtdışı ülkesinde yok. Sen çocuğunu bırakana kadar o da saygıyla bekliyor. Toplumun en büyük derdi empati yoksunluğu.

 

 

 

“MUTLU UYANMAYA, YATAĞA GİRERKEN DE BüTüN DERTLERİ SİLKELEYİP GİRMEYE çALIŞIRIM”

 

Peki, sizi hayatta neler mutlu eder? Hayata bakış açınız nedir?

 

Neredeyse 50 yaşıma geldim. Hayata bakış açım karmaşık değil onu söyleyebilirim. Mutlu uyanmaya, yatağa girerken de bütün dertleri silkeleyip girmeye çalışırım. Ne kazanıyorsam hepsi bu dünyada kalıyor. Geriye kalan tek şey güzel yaşadığın anlar. Biriktirdiğin dostluklar, güzel anılar, ailen, sevdiğin insanlar… hepsi bu.

 

 

 

“İŞ YA DA EVLİLİK İçİN BİRİLERİYLE BİRLİKTE GöNüL VERİP İYİ NİYETLERLE YOLA çIKIYORSANIZ GEçTE OLSA GüZELLİKLERE VARIYORSUNUZ”

 

Şu an yaşamları için bir dönem noktasında olan iki tane çocuğunuz var. Peki, onlar için nasıl bir gelecek hedeflediniz?

 

Oğlum Kerim 18, Yasemin 16 yaşında. Ben hedef konulan şeyleri sevmiyorum. Mesela hedef konulmuş evlilikler gördüm. Bizimkisi de hiç hedef konulmayan bir evlilikti. çevre tarafından nasılsa bu evlilik biter gözüyle bakılan bir evlilikti. çok şükür uzun yıllardır çok güzel bir evliliğim var. O yüzden plan yapmamaya zaten ben genç yıllarda inanıyordum. Şöyle söyleyeyim; iş ya da evlilik için birileriyle birlikte gönül verip iyi niyetlerle yola çıkıyorsanız geçte olsa güzelliklere varıyorsunuz. Ama hep bir amaç peşindeyseniz bazen o amaçlar yolun yarısında değişebiliyor. Ama iyi niyetle yapılan hiçbir şeyin ben uzun vadede kaybedeceğine inanmıyorum. O yüzden çocuklarım için de bir plan, program yapmanın doğru olduğuna inanmayan insanlardanım. Ama eğitimleri konusunda elimden gelenin en iyisini sunmaya çalışırım. Biz şu an onlara sunuyoruz onlar da ne istiyorsa onu seçip alacak. Ama ben şuna inanıyorum ki bir anne-baba çocuğa ne veriyorsa onu ilk başlarda almıyorsunuz. Teenage dönemleri biraz daha havaleli geçiyor ama eminim bir yerlerde iyi insan olsunlar diye içlerine vicdan duygusunu, merhameti yerleştirmeye çok çalıştım. çocuklarım için iddialı, planlı programlı değilim. Siz plan yaparsanız Allah da gülermiş ya işte onun gibi biraz kaderci miyim bilemiyorum. O kadar da değilim aslında tabi ki… İnsanın kendi kaderini değiştirmesi için çaba sarf etmesi lazım, özen göstermesi lazım. Ama bir anne-baba olarak çocuğunu sürekli bir şeylere hazırlamak doğru değil. O çocuğun doğuştan ona yatkın değilse yapabileceğin hiçbir şeyin yok. O yüzden plan programlar da hiçbir işe yaramıyor. Ben bunu bir sürü insanın hayatında gördüm. İşe yaramıyor.

 

 

 

“HEP GüLEREK UYANIYORUM. SANIRIM KOCAM DA çOK İYİ BAKIYOR BANA”

 

50 yaşına giriyorum dediniz. Peki, bu güzellik bu gençlik nasıl korunuyor?

 

Hep gülerek uyanıyorum. Sanırım kocam da çok iyi bakıyor bana. Estetik falan da hiç yok. Benim iki tane çok ciddi cilt hastalığım var bir de sağlık problemlerim yüzünden enjekte edilen hiçbir şeyi kullanamıyorum. Kullansaydım da yaptırır mıydım bilmiyorum ama ben her şeyin en doğalını seviyorum. Bir kumaşa bakarken ya da bir kılık kıyafetin illa bir yerinden bir şey sarkacak. Böyle çok cillop gibi pırıltılı, parlak şeyleri sevmiyorum. Nitekim ki insanların hayatını da öyle görüyorum. Başarılarımız var, başarısızlıklarımız var. Olduğu gibi o kumaş neyse o kumaşı olduğu gibi giymeyi seviyorum. Bu da benim cildim, tenim. Bu da benim gerçek yaşım ve gerçek kıyafetim aslında. Bana da onu en iyi şekilde taşımak düşüyor. çok mutsuz ise insanlar burnunu yaptırabilir, göğsünü yaptırabilir, her yerini yaptırabilir. Bunun sonu yok baştan sona yaptırabilir. Ben öyle bir kadın değilim. Hatta saçlarımı bile bir süre sonra siyah beyaz kalsın diye bırakayım düşünüyorum. Arkadaşlarım izin vermiyor. Ne ruhen ne de bedenen aklını kendiyle bozmuş biri değilim. Bazı insanlar vardır; Himalayalara çıkalım, enerji alalım, kendimizi bulalım gibi düşünürler benim öyle düşüncelerim de olmaz. Ben buradayım ve kendimi bulduğum kadarıyla da buradayım. Eminim daha mükemmeli vardır ama ben bu kadarında kalmak istiyorum. Hem ruhsal hem içsel hem dış güzellik olarak bana bu yetiyor diyorum. Ve herkese çok güzel 2018 diliyorum .

 

 

Fotoğraflar: Yavuz Kaynar