Kariyerine oyunculukla başlayan ve Türkiye Güzeli seçildikten sonra oyunculuk ve modelliği bir arada yürüterek bir dönemin en önemli modellerinden biri olan Tuğba özay, zamanla bizlere on parmağında on marifet olduğunu kanıtladı. Şarkı yazıp besteleyen ve bu eserlerine yorumcu kimliğiyle hayat veren Tuğba özay şu sıralar üçüncü albümü Pes Etme’nin heyecanını taşıyor. 2016 yılına Survivor yarışma programı ile start veren ve kendisi için bu sürecin bir yaşam detoksu olduğunu belirten Tuğba özay, yarışma boyunca yaşadıklarını, yeni albümünü, hayata bakış açısını ve hedeflerini Montenegro-Kotor’un büyüleyici atmosferinde gerçekleşen çekim eşliğinde Klass’a anlattı.
Röportaj: özgün Küçükkahraman
Fotoğraflar: Yavuz Kaynar
Mekan: Kotor-Montenegro
Ara spot/////
“Survivor’dan geldikten sonra kafamda birçok şeyi değiştirdim. Ama aslına bakarsanız gitmeden önce çoğu şeyin farkındaydım. İnsan olmanın, insanca yaşamanın, dostluğun, dayanışmanın, özgürlüğün, elindekilerle yetinmesini bilmen gerektiği gibi duyguların zaten bilincindeydim. Sadece orada tekrar anımsadım diyebilirim.”
“Ben Survivor’da iyi bir duruş sergilediğimi düşünüyorum. Arkadaşını satmayan, kimsenin emrinin altında olmayan, kimsenin gücü doğrultusunda hareket etmeyen, kimsenin gücüne sığınmayan, doğal, içten, samimi bir Tuğba özay profili çizmeye çalıştım ve başarılı olduğumu da insanların verdiği tepkilerden anladım.”
“Pes Etme 9 şarkıdan oluşan bir albüm oldu. Bütün şarkıların sözleri bana ait. İki şarkının dışında müzikler de bana ait. Beni birçok sanatçıdan özellikle de popüler isimlerden ayıran özelliklerimin başında şarkı sözlerini kendim yazıyor olmam ve bestelerin de bana ait olması geliyor. Bu benim üçüncü albümüm.”
“Ben biliyorsunuz bir dönem dört duvar arasında beş buçuk ay geçirdim. O dönemde sürekli yazdım. Zaten o dönemin sonunda da ‘Bedel’ adında bir kitap çıkartmıştım. 4 yaşında okuma-yazmayı öğrenmiş bir kişi olarak yazmak en iyi ifade biçimlerinden birisiydi. Ama mesleğimin yoğunluğundan dolayı yazma yeteneğimi geri plan atmak zorunda kalmıştım. Bu yüzden biraz körelmiştim. Ama her şerde bir hayır vardır diye düşünüyorum.”
Tuğba Hanım öncelikle sizin için dolu dolu başlayan 2016 yılından bahsedelim. Survivor yarışması ile başlayan 2016 yılına yeni albümünüzle güzel bir dokunuş yaptınız. Yılın ilk aylarına dönecek olursak Survivor sizin için nasıl bir deneyim oldu?
2016 yılı şu tarihe kadar benim kariyerim açısından güzel gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Sezona Suvivor’la giriş yaptım ve 3 ay adada kaldım. Benim için muazzam bir deneyimdi. Hayatımın hangi döneminde bir daha öyle bir deneyim yaşayabilirim ki? Orada yarışmak, oranın şartlarına ayak uydurmak, tek bir kıyafetle aylarca zaman geçirmek, şampuandan, sabundan, kozmetikten, diş fırçasından uzak yaşamak, ailenden, sevdiklerinden mahrum kalmak, sosyal medya ile hiçbir bağının olmaması, telekomünikasyonun hiçbir şekilde olmaması… Aslında bunlar benim için bir ‘yaşam detoksu’ oldu. Kesinlikle her insanın hayatının belli bir döneminde yaşam detoksu yapması gerektiğini düşünüyorum. çünkü ben Survivor’dan geldikten sonra kafamda birçok şeyi değiştirdim. Ama aslına bakarsanız gitmeden önce çoğu şeyin farkındaydım. İnsan olmanın, insanca yaşamanın, dostluğun, dayanışmanın, özgürlüğün, elindekilerle yetinmesini bilmen gerektiği gibi duyguların zaten bilincindeydim. Sadece orada tekrar anımsadım diyebilirim.
“SURVIVOR’DA BENİ ZORLAYAN TEK ŞEY İNSANLARDI”
Peki, adada sizi zorlayan durumlar oldu mu?
Ben tabiatla çok uyumlu ve tam olarak ‘tabiatın kızı’ olarak adlandırabileceğiniz bir kişiliğe sahip olduğum için gitmeden önce de bir sorun yaşamayacağımı tahmin edebiliyordum. Hatta ilk bir ay barakada yattım, ikinci aydan itibaren barakanın dışında kendime ait bir yaşam alanı kurup orada 2 ay geçirdim. Ben buradan giderken de hep şunu söylüyordum. Orada beni zorlayacak olan tek şey insanlardır. Yalan dolan bir dünya içine gireceğimin de farkındaydım. Her ne kadar uzak kalmaya gayret ettiysem ve uzak kaldıysam da ister istemez bazı şeylerin içine sokuldum. çünkü 7/24 birlikte olduğumuz insanlardı. İnsanı orada zorlayan tek şey açlıktan da öte bence yine insan. Evet, açlığı dibine kadar yaşadım, aç kaldığım için çöp bulduğumda çöpün içinde yemek aradığım bile oldu. Yani hiç tahmin etmeyeceğim şeyleri yaşadım. Yerde farelerin yediği bademin diğer yarısını ben yedim. Yarış alanlarına gittiğimiz zaman oralarda bazen çöpler görüyorduk. Orada bir çöp karıştırırken bir kutunun içinde bir sürü karıncalar gördüm. üstünde Lemon Cake yazıyordu ve o karıncaları üfleye üfleye o geriye kalan küçücük kırıntıları yedim. İnsanların “Arkada yemek veriyorlar” diye söylediği sözlere hayret ediyorum. Bence bu sözleri kim söylüyorsa halüsinasyon görüyor.
Peki, sizin için güzel dostluklar oldu mu?
Yılmaz Morgül’le zaten daha öncesinden de tanışıyorduk ve iyi bir arkadaşlığımız vardı. Orada çok şey paylaştık, çok yakınlaştık, dostluğumuz çok güzel pekişti. Birbirimizi orada daha iyi tanıdık. Ben ona orada annelik yaptım diyebilirim. O zaten hep bana ‘Annem gibisin’ diyordu. Gece mesela üstü açılsa üstünü kapatırdım. Hastalandığında sürekli ben yanındaydım. Benim de moralim bozuk olduğunda o hep benim yanımdaydı. Nagehan’la çok iyi dostluğumuz, çok iyi arkadaşlığımız vardı. Bugün fanlar bile “Survivor’da Tuğba ve Nagehan dostluğu gelmiş geçmiş en iyi dostluklardan biriydi” diye bahsetmişler. Ama Nagehan, sonrasında oranın psikolojisini pek kaldıramadı ve bana yanlış yaptı. Yani o dostluk da maalesef ki adada kaldı. Ama zaten ben oraya dost bulmaya, dost aramaya gitmemiştim.
Survivor boyunca ve sonrasında insanlardan ne gibi tepkiler aldınız?
Ben orada iyi bir duruş sergilediğimi düşünüyorum. Arkadaşını satmayan, kimsenin emrinin altında olmayan, kimsenin gücü doğrultusunda hareket etmeyen, kimsenin gücüne sığınmayan, doğal, içten, samimi bir Tuğba özay profili çizmeye çalıştım ve başarılı olduğumu da insanların verdiği tepkilerden anladım. İnsanlar benim içtenliğimi görmüş oldu. Kafalarında yıllardır oluşturmuş oldukları belki de yanlış bir Tuğba özay vardı. Ama gerçek Tuğba’yı, doğru Tuğba’yı, samimi Tuğba’yı görmüş oldular. Türkiye’ye döndükten sonra bununla ilgili çok mesaj aldım. Hatta Twitter’da ‘#TuğbaözayAdamdır’ diye bir etiket yapılmış ve dünya sıralamasına girmiş. Yani bu güzel bir şey. çünkü adamlığın kadını erkeği olmaz. Herkes bir cinsiyet olarak dünyaya gelir; ya dişidir ya erkek ama adamlığı zaman ve yaşam belirler. Yaşamın içindeki duruşun çok önemlidir. Survivor’da yarış kadar duruş da önemliydi.
Peki, Survivor yarışları ve yarışları dışında zamanınız nasıl geçiyordu?
Ben iyi bir sporcu olduğumu düşünüyorum ama her yarışta çok mükemmel değildim. Hatta birçok yarışta performansımın yüzde 50’sini harcadım diyebilirim. çünkü bir yerime bir şey olacak kaygısı yaşıyordum. Bu zaten yarışırken ki yüz ifademden de anlaşılmıştır. Ama örneğin benim en büyük fobim burnumun kırılmasıydı ve orada burnum kırıldı. O fobimi de orada yenmiş oldum. Ben görsele hitap eden, sahne sanatlarıyla uğraşan bir insanım. Dolayısıyla fiziğimi korumam ve vücuduma dikkat etmem gerekiyordu. Hala vücudumda bir sürü Survivor’dan kalan yara izlerim var. Bunları oradan kalan güzel anılar olarak hatırlıyorum. Ama Allah’tan burnumla ilgili herhangi bir sıkıntı kalmadı. Bir de hayatım boyunca hiçbir estetik operasyon yaptırmamışım. Burnum kırıldığımda Acun Bey’e ilk sözüm “Ama Acun Bey benim vücudumda hiç estetiğim yok. Ne yapacağım ben şimdi?” diye ağlamıştım. Yine de her şey çok güzeldi. Dünyanın bir ucunda ıssız bir adada, elektriğin olmadığı, zaman kavramının olmadığı, sabahın, akşamın sadece güneşle anlaşıldığı bir ortamdı. çok soyutlanıyorsun her şeyden. Aslında müthiş bir farkındalık bu. Saatlerce oturup kuşların uçuşunu izliyordum. Albatrosların denize dalıp nasıl balık avladıklarını izliyordum. Yağmurlarda ıslanıyor, kendi dinleme fırsatı yakalıyorsun. Karıncalar, fareler, hamam böcekleri, yengeçler hep etrafımdaydı. Hep onlarla beraberdim. Ama güzeldi, çok değişik bir tecrübeydi. Bunu kaldırabileceğimi biliyordum. İşin bu tabiatla olan kısmını, hemen uyum sağlayabileceğimi, adapte olabileceğimi hatta bundan keyif çıkartabileceğimi tahmin ediyordum. Ama tabi sevdiklerinden uzak kalmak, ailenden haber alamamak, onların yokluğu, o gerçek sevgiye müthiş bir açlık çekiyorsun. Onlara dayanmak çok kolay olmuyordu. Ama ben sabretmeyi geçmişte öğrenmiş bir insanım. Yeni bir şey değil bu. çok fazla sabırlıyım. Aslında bu kadar sabırlı olmak ne kadar doğru onu da bilmiyorum. çünkü insan ilişkilerinde bu kadar sabırlı bu kadar toleranslı olmamak gerekiyor. Ama kendimin ve karakterimin farkındayım.
Yeni albümünüz Pes Etme’de Survivor’dan izler var mı?
Olmaz olur mu? Bir keresinde sabahın çok erken saatlerinde uyanmıştım. Ondan sonra bir kütüğün üstüne oturdum, ayaklarıma okyanusun suyu çarpıyordu… O esnada ‘Bir Şey Söylemek İstiyorum’ diye bir şarkı yazdım. Survivor’ın bana en güzel hediyelerinden biri ‘Pes Etme’ adlı yeni çıkan albümümde seslendirdiğim ‘Bir Şey Söylemek İstiyorum’ adlı şarkıya ilham olması oldu. Bu şarkıyı hemen Yılmaz Morgül’e söyledim. Yılmaz çok beğenmişti. Hatta 70’li yılların şarkılarına benzetmişti. Pes Etme albümümde güzel bir slow oldu. ‘Pes Etme’ adı da Survivor’ın ardından güzel bir albüm ismi oldu. Eğer Survivor’ı kabul etmediğim zaman dilimindeki Ocak ayında bu albümü çıkarsaydım albümün adını ‘Hoşçakal Bayım’ koymayı planlıyordum. Ama Survivor’dan sonraki o mücadeleci ruh, her şeye rağmen pes etmemek gerektiğini vurgulayan bir isim olduğundan albümün adını da ‘Pes Etme’ koydum.
Biraz da ‘Pes Etme’ albümünüz hakkında konuşalım. Albüm nasıl bir süreçten geçerek hayata geçti?
2,5 yıldır bu albümün üzerinde çalışıyoruz. çok meşakkatli dönemlerden geçtim, maddi-manevi çok yoruldum, çok yıprandım. Aranjörlere güveniyorsunuz işi tam istediğiniz tarihte teslim etmiyorlar. Parayı veriyorsunuz ortadan kayboluyorlar. Yani çok sıkıntılar yaşadım. Bir de ülkenin durumu… Sürekli bir bahaneler çıktı ve iki buçuk sene evvel çıkaracağım albümü ertelemek zorunda kaldım. Demek ki doğru tarih buymuş. Bu da biraz darbe albümü oldu ama darbeye karşılığımızı müzikle veriyoruz ve ‘Pes Etme’ diyoruz. Pes Etme 9 şarkıdan oluşan bir albüm oldu. Bütün şarkıların sözleri bana ait. İki şarkının dışında müzikler de bana ait. Beni birçok sanatçıdan özellikle de popüler isimlerden ayıran özelliklerimin başında şarkı sözlerini kendim yazıyor olmam ve bestelerin de bana ait olması geliyor. Bu benim üçüncü albümüm. İlk albümüm ‘Armoni’ 14 şarkıydı. İkinci albümüm ‘üç Nokta’ 12 şarkıydı. üçüncü albümüm ‘Pes Etme’ 9 şarkıdan oluşuyor.
“MüZİKTE BİR TUĞBA öZAY VAR VE BU GERçEĞİ İNSANLAR YAVAŞ YAVAŞ KABUL ETMELİ”
Oyunculuk, sunuculuk, modellik gibi farklı kimliklere sahipsiniz. Söz yazarı ve şarkı söyleme kimliğinizin tüm bu sahip olduğunuz kimlikler arasındaki önemi nedir?
Kendimi en iyi ifade ettiğim platformun müzik olduğunu düşünüyorum. Sesimi çok daha fazla kitlelere ulaştırmak istiyorum. çünkü şarkılarımda bir ruh var. Hep bir şeyleri anlatmaya çalışma gayesi var. Ben ilk albümümü yaptığımda bana dediler ki “Sen sanat yapmışsın. Sezen Aksu’nun tahtına oynamışsın. Tutmaz bu… çünkü bizim ülkemiz sanatı sevmiyor. Senin ilk albüm olduğu için insanların aklında kalıcı bir şeyler olması gerekiyor” dediler. İlk albüme 4 klip çektim ve ben hiçbir şey kazanamadım. Hep cepten yedim ve bu arada da hiçbir işi kabul etmedim. Yıldırım Mayruk Defilesi’yle de modellik hayatıma jübile yapmıştım. Ve o seneye kadar bütün festivallerin sunucusu olarak görev alırken kendi kendime dedim ki bundan sonra festivallerde sunucu kimliğimle değil solist kimliğimle var olmak istiyorum. çünkü ben canlı performans sahne alabilen, en az 4 saat sahnede kalabilen ve Türkçe’den Lazca’ya ve Kürtçe’ye kadar geniş bir müzik yelpazesi olan bir insanım. Halaylar, horonlar, çiftetellilerimiz de var, duygusal şarkılarımız da. Yani şimdi böyle bir insanın müzikte kendini var edebilmesi için yoğun bir şekilde çalışmış olduğu işini de sonlandırmış olması gerekiyordu. Bir de Türkiye’de sapla saman o kadar çok karışmış ki… Güçlü bir sponsoru arkasına alıp seksi kıyafet giyip iki kalça sallayan herkesin televizyonlarda klipleri dönüyor. Ben bunların hepsini kendi gücümle başarmaya çalıştım. Yani o klibi çekmek, o klibi yayınlatmak bunlar da ayrı meşakkat isteyen şeyler. Ve ilk albümümde kendimi müzik sektöründe kabul ettirmek için bayağı mücadele verdim. çünkü insanların kafasında top model, sunucu ve oyuncu bir Tuğba özay vardı ama şarkı sözü yazan ve yorumcu kimliğiyle var olan bir Tuğba özay yoktu. Arada ‘Aldırma Gönül’ şarkısını ekranlarda söylerdim insanların hoşuna giderdi ama sadece o kadardı. Hâlbuki benim zaten şov dünyasına girişim öncelikle oyunculukla ilgiliydi. TRT’de ‘Sonradan Görme’ dizisine başlamıştım 16 yaşındaydım. Sonrasında Türkiye güzeli oldum, Dünya 2. güzeli oldum. Modellik, oyunculuk, sunuculuk hepsi aynı anda yaptığım işlerdi. Ve yaptığım her işin de altından iyi kalktım. Güzel başarılara imza attım.
Ne zamandan beri yazıyorsunuz?
Ben biliyorsunuz bir dönem dört duvar arasında beş buçuk ay geçirdim. O dönemde sürekli yazdım. Şiirler yazdım, günlük tuttum. Zaten o dönemin sonunda da ‘Bedel’ adında bir kitap çıkartmıştım. 4 yaşında okuma-yazmayı öğrenmiş bir kişi olarak yazmak en iyi ifade biçimlerinden birisiydi. Ama mesleğimin yoğunluğundan dolayı yazma yeteneğimi geri plan atmak zorunda kalmıştım. Bu yüzden biraz körelmiştim. Ama her şerde bir hayır vardır diye düşünüyorum. O sıkıntılı günlerin bana geri dönüşümü bu oldu. Şu anda az önce de dediğim gibi kendimi en iyi ifade edebildiğim platform müzik. Yazdıkların insanların yüreklerine dokunuyorsa ya da insanları eğlendirebiliyorsa, dans ettiriyorsa, hareketlendiriyorsa, sahile gidip deniz manzarasına karşı benim şarkımı dinleme ihtiyacı duyuyorsa, insanlar sevdiğine benim şarkımla aşkını ilan ediyorsa, öfkesini, sitemini o şarkıyla kusabiliyorsa ne mutlu bana. İşte bunu daha ileriye taşımam gerekiyor. Bunun için çok çalışmam gerekiyor. 7 senede 3 albüm hiç fena sayılmaz. Yani müzikte bir Tuğba özay var ve bu gerçeği insanlar yavaş yavaş kabul etmeli. İnşallah daha çok şarkılar yazıp, besteleyip halk konserleri veririm. En çok istediğim şeylerden biri de açık havada yüzlerce binlerce insana konser vermek. Bunlar olmayacak şeyler değil. Ben olmayacak şeylerin hemen hemen hepsini yapmış biriyim. O yüzden bunları hayal olarak görmüyorum. Sadece çok çalışmak, sabır göstermek gerekiyor. Ama gençlik de yavaş yavaş gidiyor. Yaşlanmıyorsun ama yaş alıyorsun. Yaşlanmaya karşı direniyoruz, direnmek durumundayız. Ama bu gençliğin varken bu tazeliğin, bu diriliğin, bu enerjin varken bunları işime yansıtmak ve işimden de güzel meyveler almak istiyorum. Enerjimizi tüketecek insanlardan uzak durmalıyız. çünkü enerji emiciler o kadar çok ki. Yani şimdi Pes Etme’nin bir klibini çektim. Güzel de bir klip oldu. Olumlu olumsuz bir sürü yorumlar yağdı, eleştiriler geldi. Eleştiriler olumsuz olmamalı. Eleştiri olumlu yönde insanı yönlendirmek adına yapıcı yazılar olmalıdır. Hakaretler bir eleştiri değildir. Toplumumuzun bilmediği bir diğer şey de eleştirmek. Eline bir tane telefon alan klavye cengaverliği yapıyor. Onlar klavye cengaverliği yaparken bizler çalışıyoruz, üretiyoruz sabahlara kadar kafa yoruyoruz. Daha güzel nasıl yapabiliriz diye düşünüyoruz. Sonuçta Madonna, Beyonce, Rihanna ya da Lady Gaga bir şeyler yaparken insanlara sormuyor. Sadece o yaptıkları işi insanlara sunuyorlar. İnsanlar beğenir ya da beğenmez… Bende insanlara bir şeyler sunuyorum. Beğenip beğenmemek onlara kalmış. Ama ben üreten bir insanım. üreten insanları baltalamasınlar.
“YENİ SEZONDA EKRANLARDA GüZEL PROJELER HAYATA GEçİRMEK İSTİYORUM”
İlerleyen zamanlardaki kariyeriniz ve projeleriniz için ne düşünüyorsunuz?
Bu arada oyunculuktan ve dizilerden çok uzak kaldım. Yeni sezonda yine tiyatro oyunumuz devam edecek. çünkü hemen her sezon bir tiyatro oyununda varım. Tiyatroyu çok seviyorum. Ahmet çevik Tiyatrosu’nda ‘Pardon Bekâr Mısınız?’ oyunumuza muhtemelen yine devam edeceğim. Ama dizileri de özledim. Eğer uygun bir proje olursa, çalışma şartları da iyi olursa tekrar setlere dönmek istiyorum. çünkü evliliğimden ötürü bir müddet uzak kaldım. Hem Türkiye hem İtalya arası bir yaşam vardı. İnsanlar ikilemde kaldı. Acaba Tuğba özay işi gücü bırakıp İtalya’ya mı yerleşti diye düşünen çok oldu. Ama işime devam ediyorum, buradayım. Zaten hiçbir zamanda işimi bırakmamıştım.
Bu güzel röportajı Merit International’ın organizasyonuyla Balkanlar’ın gözde ülkesi Karadağ’da gerçekleştik. Nasıl buldunuz buraları?
Karadağ’a beni davet eden yakın dostum Klass Dergisinin sahibi Muammer Kapucuoğlu’na çok teşekkür ederim. Merit International ailesi bize rüya gibi bir üç gün yaşattı. Burada izlediğimiz Cavalli defilesinde podyuma çıkan özge Ulusoy ülkemizi çok güzel temsil etti. Ben çok güzel moral depoladım. Hem çok eğlendim hem de çok değerli insanlarla tanıştım. Bunun dışında Montenegro’nun neresi olduğunu bilmiyordum. Ama küçük İtalya’yla karşılaştım. Yemekleri, insanları ve coğrafyası çok güzeldi. Zaten İtalya’yla aynı güzergah üzerinde olduğu için o İtalyan havasını çok hissettim. Cenevizlerden kalma o yapılar, o doğanın korunmuş olması, denizi, insanların sıcaklığı, yemekleri… Hep bir İtalyan tadı hissettim. İlk gittiğimiz gün restoranda uzunca bir yemek masası hazırlanmıştı. Bu bana evlilik dönemimde eski eşimin ailesiyle her pazar günü yaptığımız aile yemeklerini hatırlattı. Bu beni çok duygulandırdı. Montenegro’nun benim için ayrı bir yeri oldu. çekim yapmak için Kotor-Old City’e gittiğimizde inanılmaz güzel tepkilerle karşılaştım. Yerli yabancı herkes etrafımı sarıp fotoğraf çektirmek istedi. Oradan döndükten sonra da oradaki insanların beni sosyal medyadan takip ettiğini gördüm. Bu beni çok mutlu etti.
Gittiğiniz yerlerde çok fazla ilgi görüyorsunuz ve buna Karadağ gezimiz boyunca birebir şahit olduk. Bu ilgiye her daim pozitif cevap verebilmeyi nasıl başarıyorsunuz?
ünlü olmak o şöhreti taşımak kolay değil. 22 yıldır bu işin içindeyim. Şöhret ateşten bir gömlek gibidir. Herkese yakışmaz, herkes onu taşıyamaz. Ben çocukken bu işe başladım ama ben bu elbiseyi iyi taşıdığımı düşünüyorum. Bunu da insani ilişkilerimi iyi kurarak başardım. Kimseyi kırmadan, kimseyi üzmeden… Günün sonunda ise ben mutluyum, beni sevenler mutlu. Mesela bazı ünlülerin tavırlarını anlamıyorum. Sen ünlüsün yani, seni görünce fotoğrafını çekerler. Buna mesafe koymaya çalışıp hiçbir malzeme vermeyenleri anlamıyorum. Ben ünlü olduğum için annem de haber oluyor, babam da haber oluyor, köpeğim de haber oluyor, giydiğim kıyafet de haber oluyor. Bir misyonun var senin, topluma mâl olmuş bir insansın. O yüzden o mesafeleri kaldırıp bunları kabullenmek lazım.
“ANLIK YAŞAMIYORUM AMA ANI YAŞIYORUM”
Peki, sahip olduğunuz fiziği kusursuz bir şekilde korumak adına neler yapıyorsunuz?
Karadağ gezimize katılan ünlü Doktor Ender Saraç 50 yaşıma da gelsem bu fiziğe sahip olacağımı söyledi. Kendi bedenime saygı duyuyorum. Alkol, sigara kullanmıyorum, yoğun bir çalışma tempomuz olsa da uykuma çok dikkat ediyorum. Ben sabah 5’te de yatsam sabah 8’de uyanan bir insanım. Günü yaşamayı seviyorum. Yani günün enerjisini içime çekip o enerjiyi yaşamayı çok seviyorum. Zaman zaman yaşam detoksu dediğim şeyi tekrarlıyorum. Bazen kafama esiyor atlıyorum arabaya Karadeniz sahiline küçük bir kasabaya gidiyorum. Bazen çiftliğime gidiyorum veya spontane bir şekilde havaalanına, otobüs terminaline gidiyorum. Bakıyorum bana neresi uyuyorsa oraya gidiyorum ve oraları geziyorum. Ben biraz özgür ruhluyum. İnsan istedikten sonra fiziğini koruyabilir. Ben genlerimden dolayı şanslıyım biraz. Selülitim yok, cildim güzel, spor yapıyorum, yaz-kış yüzüyorum, hareketli bir insanım, yediğime içtiğime dikkat ediyorum. Alkol ve sigaradan uzak durmamın dışında asitli içecekler de tüketmiyorum. Yağlı yiyeceklerden kaçınan bir insanım. Günde yarım saatinizi bile spora ayırsanız kendinize güveniniz tamamen değişiyor. Kafa ve ruh olarak her şeyiniz değişiyor. Anlık yaşamıyorum ama anı yaşıyorum. çünkü biliyorum ki bir sonra yaşayacağımız dakikanın bile garantisi yok.