Yulet Çabuk : “Tenis Benim İçin Sadece Bir Spor Değil, Daha Sağlıklı Bir Yaşamın Parçası”

Yulet Çabuk : “Tenis Benim İçin Sadece Bir Spor Değil, Daha Sağlıklı Bir Yaşamın Parçası” Yulet Çabuk : “Tenis Benim İçin Sadece Bir Spor Değil, Daha Sağlıklı Bir Yaşamın Parçası”

Başarılı İç Mimar Ve İş Kadını Yulet Çabuk, Tenis Tutkusunu Ve İş Dünyasındaki Başarı Sırlarını Klass’a Anlattı Tenis dünyasına olan merakı ve ilgisiyle dikkatleri çeken başarılı mimar ve iş kadını Yulet Çabuk, spora olan tutkusu ve disiplinli yaklaşımıyla beğeni topluyor. Genç yaşlardan itibaren raketle tanışan Yulet Çabuk, kortlarda geçirdiği her anı bir gelişim fırsatı olarak görüyor. Antrenmanlara gösterdiği özen, maçlara olan hazırlığı ve stratejik düşünme biçimi, onun bu sporla kurduğu derin bağı gösterirken; kendi ifadesiyle, “Tenis benim için sadece bir mücadele değil, bir yaşam biçimi” diyen Çabuk, genç sporculara da ilham kaynağı oluyor. Mimarlık kariyerinde emin adımlarla ilerleyen ve başarısında tenisin de katkısı olduğunu belirten Yulet Çabuk iş hayatındaki başarısının sırlarını, tenise olan merakını ve tenisin iş hayatına kattığı değeri Klass’a anlattı.  

“İş hayatı ne kadar dengeli olsa da stres bir şekilde birikiyor. Tenis, bu enerjiyi sağlıklı bir şekilde atabileceğim bir alan oldu. Korttan çıktıktan sonra zihnim çok daha net, kararlarım daha sağlam oluyor.”

Yulet Hanım, çok iyi eğitimli berabere çok başarılı bir iç mimarlık hayatınız var.  Okuyucularımız için öncelikle sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
Türkiye’de iç mimarlıkla başlayan yolculuğum zamanla sınırları aştı ve beni Kanada’da kendi işimi kurmaya kadar götürdü. Türkiye’de çeşitli ticari projelerde; ofislerde, butik mekânlarda, iç mimar olarak çalıştım. Tasarım benim için hep sadece “güzel görünen” bir şey olmadı; mekânların ruhu olduğuna inandım. Bugün Toronto merkezli, kısa dönemli kiralama ve co-living üzerine kurulu bir yaşam markasının kurucusuyum. Genç profesyonellerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarını anlayan hem estetik hem de işlevsel yaşam alanları yaratmayı hedefliyorum. Tasarımla başlayan bu yolculuk, artık yaşam stillerine ve deneyimlere dokunmaya evrildi diyebilirim.

“HER ADIMDA ÖĞRENMEYE AÇIK OLDUM. BAZEN SAATLERCE BİR YASAL MADDEYİ ANLAMAYA ÇALIŞTIM, BAZEN YANLIŞ YERDEN BAŞLADIM AMA DOĞRUYU ORADAN ÖĞRENDİM.”

Markanızı kurarken ne gibi zorluklar yaşadınız? Bu zorlukları nasıl aştınız?
Yeni bir ülkede özellikle Kanada gibi her şeyin oldukça kurallı olduğu bir yerde sıfırdan sistem kurmak gerçekten başka bir seviye… Kanada’da her şey çok düzenli, o düzenin bir parçası olmak başta hiç kolay değildi. Türkiye’de iç mimar olarak hızlı çözümler üretmeye, yaratıcılıkla pratikliği harmanlamaya alışkındım. Burada ise işler çoğu zaman prosedürlerle, kurallarla ilerliyor. Ama pes etmedim. Her adımda öğrenmeye açık oldum. Bazen saatlerce bir yasal maddeyi anlamaya çalıştım, bazen yanlış yerden başladım ama doğruyu oradan öğrendim. Mimarlık geçmişim bana planlama disiplini kazandırdı, Türkiye’de alıştığım pratiklik ise burada bana esneklik sağladı. İkisini birleştirdim.

“BAŞARININ EN ÖNEMLİ PARÇASI, GERÇEKTEN NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ BİLMEK VE BUNUN PEŞİNDEN İSTİKRARLI BİR ŞEKİLDE GİTMEK.”
Başarı sırlarınız nelerdir? Sektörünüzde nasıl fark yarattınız?
Bana kalırsa başarının en önemli parçası, gerçekten ne yapmak istediğini bilmek ve bunun peşinden istikrarlı bir şekilde gitmek. Ben her zaman insanın bir mekânda ne hissettiğine odaklandım. İç mimarlık yaparken de şimdi kendi markamı yönetirken de o hissi yaratmak önceliğim oldu. Bir evi ya da mekânı sadece “güzel” yapmak değil; orayı kullanacak kişinin ruhuna iyi gelecek şekilde tasarlamak. Sanırım farkı yaratan da bu oldu. Hem Türkiye’deki iç mimarlık deneyimim hem de Kanada’daki iş disiplini birbirini tamamladı.

İş dünyasına adım attığınızda unutamadığınız bir anınız var mı?
Kanada’da ilk projemi tamamlayıp eve ilk kiracımı yerleştirdiğimde, anahtarı teslim ederken şöyle dedi: “Burası ilk kez bir yere ait hissettiriyor.” O anı unutamıyorum. Ne kadar plan yaparsan yap ne kadar sistem kurarsan kur, sonunda dönüp dolaşıp tek bir şeye geliyorsun: Hissiyat. Türkiye’de yıllarca birçok projede çalıştım. Her biri ayrı bir deneyim, ayrı bir karakterdi. Ama galiba en çok sevdiğim şey hâlâ aynı: Birinin bir mekâna girip gözlerinin parlaması. O an, her şeyin karşılığı oluyor.

“İLK DERS SONRASI KORTTAN ÇIKTIĞIMDA FİZİKSEL OLARAK YORULMUŞTUM AMA ZİHİNSEL OLARAK İNANILMAZ HAFİFLEMİŞTİM.”
Sizin en büyük hobiniz sanırım tenis. Tenise başlamaya nasıl karar verdiniz ve sizin için nasıl bir tutkuya dönüştü?
Tenis izlemeyi zaten hep severdim ama aktif olarak oynamaya başlamam yaklaşık iki yıl öncesine dayanıyor. Yeni bir hobi arıyordum ama sadece “hareket etmek için spor” değil, gerçekten bağ kuracağım bir şey istiyordum. İlk ders sonrası korttan çıktığımda fiziksel olarak yorulmuştum ama zihinsel olarak inanılmaz hafiflemiştim. İşte o his, bu sporu tutkuya dönüştürdü. Şimdi haftamın en keyifli anları raket elimde olanlar diyebilirim.

Tenise başlamadan önce de takip ediyor muydunuz? Peki en beğendiğiniz tenisçiler kimler?
Evet, izleyici olarak tenis hep ilgimi çekmiştir. Serena’nın gücü, Nadal’ın inatçılığı derken o dönemleri büyük bir hayranlıkla izledim. Şimdilerde ise oyun zekâsı daha çok ilgimi çekiyor. Jannik Sinner’ın kararlılığı, oyunu okuma şekli gerçekten çok etkileyici. Daria Kasatkina’yı da çok beğeniyorum topspin’li oyunuyla ve sakinliğiyle kortta net bir karakter ortaya koyuyor. Seneye Wimbledon’a gitmeyi çok istiyorum. O atmosferi yerinde deneyimlemek için sabırsızlanıyorum.

“TENİS HEM FİZİKSEL HEM MENTAL OLARAK BENİ HEP DİRİ TUTUYOR”
Tenise başladıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Zihinsel olarak ciddi bir fark yarattı diyebilirim. Tenis sadece bedensel bir spor değil; sürekli düşünmek, hızlı karar vermek ve strateji kurmak gerekiyor. Bu yönüyle hem fiziksel hem mental olarak beni hep diri tutuyor. Günün yoğunluğu ne olursa olsun, korta çıktığımda tüm odağım sadece oyunda oluyor ve bu bana büyük bir rahatlama sağlıyor.

Düzenli spor yapmanın iş hayatınıza yansımaları nasıl oldu?
İş hayatı ne kadar dengeli olsa da stres bir şekilde birikiyor. Tenis, bu enerjiyi sağlıklı bir şekilde atabileceğim bir alan oldu. Korttan çıktıktan sonra zihnim çok daha net, kararlarım daha sağlam oluyor. Kendi işimi yürütürken bu netlik gerçekten büyük avantaj. Bir de spor yaptıktan sonra insanda istemsiz bir özgüven yükseliyor o da her alana yansıyor zaten.

Oldukça fit ve sağlıklısınız. Bunda tenisin etkisi var mı?
Teşekkür ederim. Tenisin kesinlikle büyük etkisi var ama tek başına değil. Sporla birlikte dengeli beslenmeye ve uyku düzenime dikkat etmeye çalışıyorum. Tabii arada ipin ucu kaçabiliyor ama önemli olan dengeyi tekrar bulmak. Benim için fit olmak sadece görüntüyle ilgili değil; enerjik, hafif ve güçlü hissetmek aslında esas hedef. O yüzden tenis benim için sadece bir spor değil, daha sağlıklı bir yaşamın parçası.