Benim İçin Kızım Ne Kadar Değerliyse Her Kadın da Kendi Babası İçin O Kadar Değerli

Benim İçin Kızım Ne Kadar Değerliyse Her Kadın da Kendi Babası İçin O Kadar Değerli Benim İçin Kızım Ne Kadar Değerliyse Her Kadın da Kendi Babası İçin O Kadar Değerli

Ünlü oyuncu Tamer Karadağlı, yaşam felsefesini ve oyunculuğu hakkında bilinmeyen yönlerini Klass’a anlattı...

 

Konservatuar eğitiminin ardından kariyerini sadece oyunculuk üzerine kuran ve özellikle rol aldığı çocuklar Duymasın dizisi ve hayat verdiği karakter Taşfırın erkeği Haluk ile Türk halkının gönlünde yer edinen Tamer Karadağlı, işinde başarıya ulaşan ve bir çok genç oyuncuya örnek olan bir isim. Zamana karşı yarışa direnmeyip her yaşın farklı tecrübesi olduğunu ve her yaşın güzelliklerini ayrı ayrı tatmak istediğini belirten Tamer Karadağlı için önceliği her zaman kızı Zeyno. Zeyno’dan birçok şey öğrendiğini belirten ünlü oyuncu Tamer Karadağlı, insanın çocuğunun olması hayata karşı bakış açısını değiştirdiğini söylüyor. Büyük beklentileri olmadan küçük şeylerden keyif almanın insanları daha çok mutlu edeceğini düşünen Karadağlı, yaşam felsefesini ve oyunculuğu hakkında merak edilenleri Klass’a anlattı.

 

 

 

 

 

 

 

“Haluk, benim en keyifle oynadığım bir karakter ama sonuçta yönetmen kestik diye bağırdığı zaman bitiyor. O kadar da hayatımın içinde Haluk gibi de dolanmıyorum. Bir yerde tabii ki de hayatımın çok içinde çünkü ben oynuyorum.”

 

 

 

“çok olumsuz düşünmemek lazım. Biraz daha hayata pozitif bakmak gerektiğine inanıyorum. Yani bardağın hep boş tarafından bakmaya başlarsanız depresif bir insan haline dönüşüyorsunuz. Biraz da küçük şeylerden keyif almanın tadını çıkarmak lazım.”

 

 

 

“Her yaşın kendi güzelliği var. Hayat enerjin yine 25 yaşındaki gibi olsun ama 25 yaşına özenip öyle görünmeye çalışmak ya da vücudunu o şekilde tutma çabası bana çok da doğru gelmiyor.”

 

 

 

Tamer Bey, “çocuklar Duymasın” birkaç kere yenilenen halleriyle karşımıza çıktı. Yine yeniden Kanal D ekranlarında evlerimize konuk oluyor. Neydi bu dizinin Türk halkında yarattığı etki?

 

Eğer bunu bilseydim her oynadığım dizi öyle olurdu, bunun bir formülü yok. İnsanlar bu aileyi seviyor. Genelde güncel konuları ele alıyoruz. Her ailede olabilecek şeyleri içine biraz da komedi dozu yüksek olarak servis edildiği için seviliyor. Biz de işimizi severek yapıyoruz. Hala büyük bir ilgiyle devam ediyor, hala ben sokakta yürürken herkes bir önceki bölümle ilgili “Benim kocam aynı sizin gibi, babam aynı sizin gibi, kardeşim aynı sizin gibi” anektodlar anlatıyorlar. çünkü çok fazla insan özdeşleşiyor karakterlerle. Bu kadar ilgi olduğuna göre mutlaka insanların birebir bütün ailelerin bir yansıması olmasa da her ailede yaşanan şeyleri anlatan konularla birinin çocuğunun gönlüne dokunur, biri karısına benzetir, biri kızının bir hareketini benzetir, biri arkadaşını benzetir gibi mutlaka bir yerden bir şeyler yakalanıyor.

 

 

 

çocuklar Duymasın’a üç yıl ara mı verdiniz yoksa bitirmiş miydiniz?

 

Hayır ara vermiştik, çocuklar Duymasın bitmez. Belki ileride 3-5 sene sonra ya da 8-10 sene sonra belki biz oynamayız, başkaları tekrar baştan başlayıp Haluk’u ya da Meltem’i oynarlar. Mesela bazı dizileri yıllar sonra tekrardan yeni bir castla çekiyorlar. Ben de eğer bu şekilde olursa onu seyretmeyi isterim, çok ta merak ederim.

 

 

 

“çocuklar Duymasın”dan önce de yine uzun soluklu bir proje olan “Ferhunde Hanımlar”da rol almıştınız. Hep böyle uzun soluklu projelerde rol almanız şans mı yoksa garantici biri olduğunuz anlamına mı geliyor?

 

Hayır, bu zar atmak gibi, kaç geleceğini bilmiyorsunuz. Ferhunde Hanımlar çok iyi oyuncuların rol aldığı ama öylesine bir diziydi. 1400 bölüm süreceğini tahmin etmiyorduk. Hiçbir işe öyle başlamıyorsunuz. Ya da bir işe çok inanıyorsunuz ve mutlaka çok uzun soluklu olacak diye başlıyorsunuz ve maalesef o dizi üç bölümde yayından kalkıyor. Bazen de 3-5 bölüm belki sürer ya da inşallah sezonu çıkartırız diye dua edersin kapı pencere yıkılır, yıllarca devam eder. Ama tabii Türkiye’deki sorun bölümlerin süresi çok uzun olduğu için diziler belki aslında 10 sezon sürmesi gerekirken 3 sezon sürüyor. Dünyada kısa süreli olup da 10 sezon süren diziler var. Mesela “Friends” gibi…

 

 

 

“YILLAR öNCE ALDIĞIMIZ REYTİNGLERİ BUGüN ALIYOR OLSAYDIK BEN ŞİMDİ ADA SATIN ALIYOR OLURDUM”

 

Peki 2002 yılında başladığınız çocuklar Duymasın’ın bu kadar tutacağını tahmin ediyor muydunuz?

 

Hayır, “çocuklar Duymasın” benim en inanmadan girdiğim işti. Bunun örneğini hep yıllar önce de vermiştik; biz kartopu oynarken o bir çığa dönüştü. Hiç tahmin etmiyorduk ki böyle bir şeyi. İnanılmaz reytingler aldık. Yıllar önce aldığımız reytingleri bugün alıyor olsaydık ben şimdi ada satın alıyor olurdum. 17’nci tekrarı bile günün birincisi oluyordu. çocuklar Duymasın en çok tekrarı verilen diziydi diyebiliriz. Her bölümü yaklaşık 150 defa tekrar gösterildi.

 

 

 

“DİZİDEKİ EN öNEMLİ ETKEN; DİZİNİN HİKAYESİ”

 

çocuklar Duymasın televizyon dünyasının efsane yapımları arasında. Peki bir dizinin efsane olmasının bir formülü var mıdır?

 

Bu dizilerin bir şeyi insanların ruhuna dokunuyor. Zaten dizideki en önemli etken; dizinin hikayesi, oyuncular ya da reji değil. Eğer güzel bir hikayeniz varsa, güzel bir ekip kurabiliyorsanız o hikayenin etrafında castınızı doğru yapabiliyorsanız 1-0 önde başlıyorsunuz demektir. Ondan sonra başka dinamikler de var; iyi bir reji, doğru bir kanal, doğru gün, doğru saat gibi durumların hepsi aslında masanın 4 ayağı gibi, bir ayak eksik olursa sallanmaya başlar.

 

 

 

Peki, gündeminizde yeni projeler var mı?

 

çok fazla var, ama bizde projeler “motor” denmeden oldu kabul edilmiyor. Bizde projeden bol bir şey yoktur. Şu anda 14 tane sayabilirim; sinema filmleri var, diziler var, çocuklar Duymasın bittikten sonra şöyle bir dizi projemiz var diye gelenler oluyor.

 

 

 

Peki Tamer Karadağlı gibi bir oyuncu da gelen projelerde seçicilik ne boyutta oluyor?

 

Keyfime göre, canım oynamak isterse oynuyorum, istemezse oynamıyorum.

 

 

 

Rol önemli değil mi?

 

Hayıri tabi ki de önemli. O rol bana uygun mu değil mi? Kendimi o rolün içinde iyi bir yerde görüyor muyum? Evet ben bu rolü oynarım diyor muyum demiyor muyum? İyi para veriyorlar mı? Bir sürü dinamiği var, eğer bütün o şartlar yerine geliyorsa oynarım diyorum.

 

 

 

Televizyon dünyasını nasıl görüyorsunuz peki? TV’deki projeler sizce taklitler üzerine mi ilerliyor yoksa yaratıcı çalışmalar görüyor musunuz?

 

Taklit, TV dünyasında çok normal bir şey. Bir proje gelir, tutar ve taklit edilir. çocuklar Duymasın da taklit edildi. çünkü hepsi birbirinin taklidi. çocuklar Duymasın da taş devrinin taklidi belki de. Oradan bir şeyler almış buradan bir şeyler almış. Sonuçta dünyada binlerce konu yok. Mesela Titanic gibi, aslında bir Romeo Juliet hikayesi. Titanic’in batacağını biliyoruz ama yine de gidip oradaki aşk hikayesini seyrediyoruz. Dizilerde bir aşk hikayesini zengin kız fakir oğlan ya da tam tersi şekillerde yorumlayarak önümüze sunuluyor. Beğendiklerimizi alıyoruz beğenmediklerimizi direkt olarak atıyoruz. Ama televizyon dünyasının bence şu anda ki en büyük problemi zaman süreleri. Bir dizi 140 dakika, 150 dakika reklamlarla beraber üç buçuk saat sürüyor. Diziye 20:00’de başlıyorsunuz 00:00 01:00’a kadar devam ediyor. Yüzüklerin Efendisi’nin uzatılmış versiyonu bile o kadar sürmüyor. Ve her hafta yapıyorsunuz bunu. Ne oluyor, biraz önce konuştuğumuz konuya geliyor, o kadar uzun ki aslında belki 10 sezon sürmesi gerekirken bir dizi 3 sezon da bitiyor. çünkü her hafta 140-150 dakika dizi yapmanız çok zor bir şey, dramalar için özellikle söz konusu bu. Zaten artık diziler 2-3 ekip çalışıyor ama tabii bunlar negatif tarafları. Ama şimdi dramalar çoğu zaman artık yurtdışında satılıyor ve yurtdışında da Türk dizileri, Türk oyuncuları yavaş yavaş tanınmaya başladı. Bunlar da artıları...

 

 

 

çocuklar Duymasın’ın böyle bir şeyi var mı?

 

Komedinin böyle bir şansı yoktur, komedi yereldir. Yani yurtdışında satılan şeyler genelde yalılarda geçen zenginlik, şaşaalı yaşamlar, entrikalı diziler. Biz de bunları seviyoruz. Arap dünyasına da çok hitap ediyor, o yüzden de o tip diziler çok fazla yapılıyor.

 

 

 

“GENELDE YABANCI DİZİLERİ TAKİP EDEBİLİYORUM”

 

Sizin izlediğiniz bir dizi var mı bu aralar?

 

Ben arada Game of Thrones’u seyrediyorum, Better Call Saul diye bir dizi var onu seyrediyorum, yeni Star Trek başladı onu seyrediyorum; Discovery diye yeni bir seriye başladılar. Bir de Punisher’a başladım. Genelde yabancı dizileri takip edebiliyorum çünkü Türk dizilerini izleyecek kadar vaktim yok.

 

 

 

Siz bir bölümü ne kadar zamanda tamamlıyorsunuz?

 

Sitcom olduğu için 3 gün sürüyor. Sitcomda bizim yerimiz belli, ışıklarımızın yeri belli, 3 tane kamera var, biz oturuyoruz ve hızlı bir şekilde çekiyoruz. Ama drama çektiğimiz zaman, bir sahneyi başka bir yerde çekiyoruz diyelim, bir sonraki bölüm Avcılar’da, daha sonra ki bölüm Bostancı’da devam ediyor. Drama çekmek çok zor. Ama artık internette diziler başladı, gençlik başka bir şekilde ilerliyor. Bizim annelerimiz babalarımız gibi “yemeğimizi yiyelim televizyonun karşısına geçelim bugün hangi dizimiz oynuyor” şeklinde dizi seyretmiyorlar. Hayatta değişti, her şey farklı oldu.

 

 

 

“HALUK, BENİM EN KEYİFLE OYNADIĞIM KARAKTER”

 

Haluk hayatınızda ne kadar yer kaplıyor?

 

Haluk, benim en keyifle oynadığım bir karakter ama sonuçta yönetmen kestik diye bağırdığı zaman bitiyor. O kadar da hayatımın içinde Haluk gibi de dolanmıyorum. Bir yerde tabii ki de hayatımın çok içinde çünkü ben oynuyorum.

 

 

 

“HALUK, TüRK ERKEĞİNİN ALT BENLİĞİ”

 

“Bunu Haluk gibi yaptım” dediğiniz şeyler oluyor mu?

 

Yok olmuyor, Haluk bazen ben gibi yapıyor. çünkü ben oynuyorum, ben yorumluyorum. Haluk’un yaptığı, yazılanın üstüne ben de bir sürü şey ekledim. Dolayısıyla Haluk ben gibi de davranmamış oluyor. Her Türk erkeği gibi daha doğrusu. Haluk, Türk erkeğinin alt benliği.

 

 

 

O zamanlar taş fırın erkeğine yatkın bir yapıdasınız…

 

çok light bir erkek değildim. Parmak arası terlik giyip dolaşmadığım kesin.

 

 

 

“İNSANIN çOCUĞUNUN OLMASI HAYATA BAKIŞINI DEĞİŞTİRİYOR”

 

Peki, babalık, hayatınızda ne kadar yer kaplıyor?

 

Babalık hayatımdaki en güzel yeri kaplıyor. Zeyno’m şu an 11 yaşında, Ankara’da annesiyle beraber yaşıyor, 6’ıncı sınıfa gidiyor. Ankara Devlet Konservatuarı’nda Piyano Bölümü’nde okuyor. Sürekli konserleri oluyor. İki haftada bir kızımın yanına gidiyorum. Baba-kız günleri yapıyoruz. çok güzel vakit geçiriyoruz. Onunla olmaktan çok keyif alıyorum. Ben onun yerine başka bir şey koyamıyorum. Zeyno yokken ne yapıyormuşum dediğim çok fazla ânım oldu. Şimdi tekrarlıyor gibi olacağım. Bana Zeyno ile ilgili ne zaman sorulsa aynı şeyi söylüyorum ama inandığım için söylüyorum; insanın çocuğunun olması hayata bakışını değiştiriyor derler. Bu çok doğru bir şey. Ama bir erkeğin kız çocuğunun olması kadınlara bakışını değiştiriyor. Dolayısıyla bu çok güzel bir büyüme süreci oldu benim için. Ben mi Zeyno’yu büyütüyorum Zeyno mu beni büyütüyor bilmiyorum. Onunla geçirdiğim zamanı hiçbir şeye değişmem.

 

 

 

“BENİM İçİN KIZIM NE KADAR DEĞERLİYSE HER KADIN DA KENDİ BABASI İçİN O KADAR DEĞERLİ”

 

Kadınlara bakış açınız neydi ki nasıl bir duruma geldi?

 

Daha saygılı ve daha özenli olmayı öğreniyorsunuz. çünkü benim için kızım ne kadar değerliyse her kadın da kendi babası için o kadar değerli. Herkes kendi seveni için o kadar değerli. Dolayısıyla daha dikkatli olmaya, daha kırmamaya özen göstermeye çalışıyorsun.

 

 

 

Peki, onu bu yaşına getirene kadar nelere dikkat ettiniz?

 

öyle yapıyım, böyle yapıyım diye bir tereddütte girmedim. Vatana, millete hayırlı bir birey olsun, hayırlı bir evlat olsun. Biz annesiyle beraber bize en doğru gelen şekilde onu büyütmeye gayret ediyoruz. İnşallah da iyi bir şeyler yapıyoruzdur. Ama benim gönlüm bu anlamda çok rahat. çünkü Zeyno’nun çok akıllı bir annesi var. Gözüm o anlamda arkada değil. çok güzel, çok sosyal bir çocuk, çok güler yüzlü. Ayrılmış anne-baba sendromu yaşamış bir çocuk değil. Biz zaten Arzu’yla küs, görüşmeyen bir yapıda değiliz. Birlikte yemekler yiyoruz, dışarı çıkıyoruz, sinemalara gidiyoruz. Biz sadece evliliğimizi bitirdik. Ama aile olmak başka bir şey. Ve Arzu ile ben boşanmış olsam da bizim bir çocuğumuz var. Arzu benim düşüncesine çok saygı duyduğum, çok sevdiğim bir insan. Hala günde 3-5 defa konuşuyoruz. çok eski tanışıyoruz. Evliliğimiz bitti bir daha görüşmeyelim gibi bir durumumuz zaten olamaz. Bunun aksini zaten anlamıyorum. Bu tip şeyler bazen söylendiğinde çok şaşırıyorum. Bilmeyen birine bunu izah etmek çok zordur. Küçük bir çocuk var ve anne babası hiç görüşmüyor. Arada çocuk varken ben bunu doğru bulmuyorum. Bize göre değil bu durum.

 

 

 

“YAŞADIĞIN HER GüNüN KEYFİNİ çIKARARAK YAŞANMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM”

 

Peki, Tamer Karadağlı bu hayata neden geldiğini düşünüyor ve ne için bu hayattan gidecek? Yaşam felsefenizi öğrenebilir miyiz?

 

Bunun cevabını kim biliyor ki? Hiçbirimiz bilmiyoruz. Hayat, ne kadar yaşarsan yaşa aslında çok kısa. Ve o yüzden de yaşadığın her günün keyfini çıkararak yaşanması gerektiğine inanıyorum. çünkü hayat çok hızlı geçiyor. Eskiden annelerimiz babalarımız derdi böyle; hayat bir çırpıda geçti diye. Biz de o zamanlar anlamayıp bayağı yavaş geçiyor diye düşünüyorduk. Ama belli bir yaştan sonra hakikaten hızlı geçtiğine inanıyorsunuz. Bu hayat yolculuğunda iyi, güzel yaşadım diyebilmeli. Güzel bir şeyler bırakabiliyorsanız ne ala. Bırakamıyorsanız şansınıza küsün.

 

 

 

“KüçüK ŞEYLERDEN KEYİF ALMAYI öĞRENMEK LAZIM”

 

Peki, 2017 yılı nasıl geçti ve 2018’den beklentileriniz nelerdir?

 

2017 çok kötü geçmedi ama 2018 daha iyi geçsin. Ama çok da iyi geçmezse daha 2019 var 2020 var.:) çok olumsuz düşünmemek lazım. Biraz daha hayata pozitif bakmak gerektiğine inanıyorum. Yani bardağın hep boş tarafından bakmaya başlarsanız depresif bir insan haline dönüşüyorsunuz. Biraz da küçük şeylerden keyif almayı öğrenmek lazım. Yani çocuğunuzla geçirdiğiniz bir an çok güzeldir, dostlarınızla paylaştığınız bir an çok güzeldir, ailenizle geçirdiğiniz bir an, bir Pazar günü toplandığınızdaki o mutluluk… Bunların keyfini çıkartmak bence çok önemli. Küçük şeylerin değerini bilmek lazım. Sürekli büyük beklentiler olduğu zaman onları gerçekleştiremediğiniz yaşadığınız hayal kırıklığı çok büyük oluyor ve depresif olursunuz. Küçük şeylerden keyif lamaya başlarsak daha güler yüzlü olabiliriz gibime geliyor. çünkü insanların yüzü artık çok asık.

 

 

 

“HER YAŞIN KENDİ GüZELLİĞİ VAR”

 

Zaman geçtikçe ve yaş aldıkça kendi dış görüntünüz için neler yapıyorsunuz?

 

Hiçbir şey yapmıyorum. Biraz saçlar beyazladı. Zamana kimse direnemiyor. Ben de yaşlanacağım, hepimiz yaşlanacağız. Ama tabi ki daha sağlıklı bir şekilde yaş almak daha önemli. Bunu da neden söylüyorum? Biraz daha sağlıklı olayım ki kızımla daha iyi vakit geçirebileyim, ileride torunlarımın peşinden koşabileyim diye. Saldım çayıra Mevla’m kayıra diye düşünmüyorum. Bunları 40’tan sonra düşünmeye başladım. Ama hiçbir zaman yüz maskemi süreyim, göz altı kremlerim nerede gibi durumlarım olmadı. Spor da yapmıyorum. Kilo alıyorum fakat tartılmıyorum. Genelde siyah giydiğim için fark edilmiyor. Ama Haluk genelde kırmızı beyaz giyer. Türk bayrağı renkleri olduğu için genelde ona dikkat etmiştik. Ama öyle belli bir şeye dikkat edeyim, spor yapayım, biriyle tanıştığımda kendimi genç tanıtma gibi huylarım yok. Ben gençtim zaten. Ben o yaşları yaşadım. Hem de çok güzel yaşadım. Şimdi bu yaşlarımın keyfini çıkartıyorum. O çok önemli bir şey. Her şey zamanında güzel. Bu aklımla 25 yaşında olsaydım derler ya hani ben bu aklımla 25 yaşında olsaydım bütün kızlar benden kaçardı. Bilmiş bilmiş konuşan çok gıcık bir adam olurdum herhalde. Her yaşın kendi güzelliği var. Hayat enerjin yine 25 yaşındaki gibi olsun ama 25 yaşına özenip öyle görünmeye çalışmak ya da vücudunu o şekilde tutmak bana çok doğru gelmiyor. Ben şimdi bu yaştan sonra baklava çıkarmaya mı çalışacağım? Kıvanç Tatlıtuğ’la mı yarışacağım? Biz zamanımızı çok güzel bir şekilde dolu dolu yaşadık. Ah be şunu da yapsaydım dediğim hiçbir şey yok hayatımda.

Fotoğraflar: Yavuz Kaynar